18 Kasım 2017 Cumartesi

“PKK Terör Örgütüyle Verdiğimiz Mücadele, Üniter Yapının En Güzel Örneğidir”


“PKK Terör Örgütüyle Verdiğimiz Mücadele, Üniter Yapının En Güzel Örneğidir”
 
 
13.04.2017

TGRT Haber, Beyaz TV ve TV Net televizyon kanallarında gündemdeki gelişmelere ilişkin değerlendirmelerde bulunan Cumhurbaşkanı Erdoğan, üniter devlet yapısı tartışmaları ile ilgili olarak, “Bizim bugüne kadar üniter yapı üzerinde olumsuz bir açıklamamız oldu mu? Hiç. 14 yıllık yönetimimizde PKK terör örgütüyle bu konuda verdiğimiz mücadele, üniter yapının en güzel örneğidir. Onlar, bizim Güneydoğu, Doğu illerimizde üniter yapıyı sıkıntıya düşürecek açıklamalar yaptığı zaman onların karşısında aslanlar gibi dikilen biz olduk” dedi.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, TGRT Haber, Beyaz TV ve TV Net televizyon kanallarının ortak canlı yayınında ekrana getirilen ‘Referanduma Doğru Özel’ programına konuk oldu. Huber Köşkü’nde gerçekleştirilen yayında Cumhurbaşkanı Erdoğan, Beyaz TV’den Verda Yıldırım, TV Net’ten Nedret Ersanel ve TGRT Haber’den Batuhan Yaşar’ın sorularını cevaplayarak gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, son günlerde gündeme getirilen üniter devlet yapısı ve eyalet sistemi tartışmaları ile ilgili bir soru üzerine “Bizim bugüne kadar üniter yapı üzerinde olumsuz bir açıklamamız oldu mu? Hiç. 14 yıllık yönetimimizde PKK terör örgütüyle bu konuda verdiğimiz mücadele, üniter yapının en güzel örneğidir. Onlar, bizim Güneydoğu, Doğu illerimizde üniter yapıyı sıkıntıya düşürecek açıklamalar yaptığı zaman onların karşısında aslanlar gibi dikilen biz olduk. Bayrağımıza yönelik bir şey olduğu zaman aslanlar gibi onların karşısında dikilen biz olduk” dedi.
 
“DANIŞMANIMIN AÇIKLAMASINI ÇARPITTILAR”
 
CHP’nini Hakkâri mitinginde bir tane Türk bayrağını gösteremediğine dikkat çeken Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Onların çünkü oradaki güç kaynağı HDP'ydi. Onları arkalarına aldılar, onlarla beraber orada miting yaptılar. Bu konuyla ilgili olarak danışmanımın bir açıklaması olmuş, almışlar onu çarpıtmışlar, ki danışmanım sonra değişik şekilde onu düzeltmeye yönelik açıklamalar yaptı” şeklinde konuştu.
 
“BU ÜLKENİN REJİM MESELESİ 1923'TE BİTMİŞTİR”
 
Cumhurbaşkanı Erdoğan sözlerine şöyle devam etti: “Ben ne diyorum, sen ona bak. Böyle bir şey yok, benden duydunuz mu? Yok. Bir defa 'Rejimle ilgili kim herhangi bir olaya giderse karşısında ilk defa ben dururum' dedim. 1923'te rejim meselesi bu ülkenin bitmiştir. Ondan sonraki süreç sadece yönetim sistemleri meselesidir, şu anda da değişiklik yapılan konu, bir yeni yönetim sisteminin gelmesidir.”
 
“EVET'DE ÇOK CİDDİ BİR TIRMANMA SÖZ KONUSU”
 
Cumhurbaşkanı Erdoğan, halk oylamasında kararsızların çok olduğu yönünde söylemlerin sorulması üzerine, şu cevabı verdi: " Ben artık kararsızların falan pek kaldığına ihtimal vermiyorum. Yani bunlar artık çok çok düşük bir seviyede olsa böyle bir durum olabilir. Tabii kamuoyu araştırmalarına da bakınca, artık şunu görüyoruz 'evet'de çok çok ciddi bir tırmanma söz konusu. 'Hayır'la ilgili de bir inişin burada olduğunu görüyoruz. Bildiğim, inandığım şey şu anda gördüğüm ve bizim de bu konuda müşterek hareket ettiğimiz bazı araştırmacı şirketler 'evet'in çok çok iyi bir konumda olduğudur. Kararsızlar 'evet' lehinde daha çok."
 
TEK ADAMLIK TARTIŞMALARI
 
Cumhurbaşkanı Erdoğan, muhalefetin ifadeleriyle ‘tek adamlık’ meselesinin hatırlatılması üzerine, “Bir defa (Kemal Kılıçdaroğlu) bu zat, kendi partisinin geçmişini bilmiyor. Önce bunu öğrenmesi lazım. Niye? Çünkü şu anda bu sistemle tek adamlık diye bir şey gelmiyor. Bu sistemle, dünyada da uygulamaları olan, aslında parlamentonun işlevini artıran, bunun yanında bir ortak aklın oluştuğu bir kadro hareketi devreye giriyor" dedi.

Meydanlarda CHP'nin cemaziyülevvelinden örnekler verdiğini dile getiren Cumhurbaşkanı Erdoğan, konuşmasını şöyle sürdürdü: “Gazi Mustafa Kemal, malum hem Cumhuriyet Halk Partisi'nin Genel Başkanıydı hem de Cumhurbaşkanıydı. Ardından İnönü geldi, hem partinin Genel Başkanıydı hem de Cumhurbaşkanıydı. Peki, bunlar için tek adam hiç dedin mi bugüne kadar? Yok. Kaldı ki biz bugüne kadar böyle bir adım atmadık. Ben ilk defa halkın seçtiği bir Cumhurbaşkanı oldum. Yani parlamento içinden seçilerek gelmedim. Halkımın direkt oylarıyla seçilerek geldim ve partiden ayrıldık. Şimdi yeni dönemde ne oluyor? Yeni dönemde parti genel başkanlığından istifa etmene gerek yok. Yani Gazi Mustafa Kemal nasıl partisinin genel başkanı olarak kalmış, aynı zamanda Cumhurbaşkanı olabilmişse, şimdi yeni dönemde de bu olabilecek.”
 
“CUMHURBAŞKANININ MECLİSİ YENİDEN SEÇİME GÖTÜRME YETKİSİ VAR” 

 
Bir soru üzerine yeni sistemde cumhurbaşkanının fesih yetkisi olmadığına vurgu yapan Cumhurbaşkanı Erdoğan, şunları söyledi: "Cumhurbaşkanının yeniden bir seçime götürme yetkisi var. Böyle bir adım atıldığı zaman ortaya ne gelecek? İki sandık gelecek. Hem milletvekili hem cumhurbaşkanlığı... Bir cumhurbaşkanı, cumhurbaşkanıyken niye böyle bir seçime gitme yolunu denesin ki? Bu olsa olsa fevkalade, bir hâl karşısında belki böyle bir adım atılabilir."
 
“BİZ FANİYİZ; BUGÜN VARIZ, YARIN YOKUZ”
 
Cumhurbaşkanı Erdoğan, bu adımlarla beraber parlamentonun daha da güçleneceğini vurgulayarak, bunu da kimsenin inkâr edemeyeceğini söyledi. "Erdoğan sonrası ne olacak?" şeklindeki söylemleri de değerlendiren Cumhurbaşkanı Erdoğan, şunları söyledi: “Biz faniyiz. Bugün varız, yarın yokuz. Kaldı ki 2019'dan sonra ne olacağı veya 2019'a kadar elimizde böyle bir yaşam garantisi var mı? Yok. Şimdi aslolan sistemdir. Biz kişi konuşmuyoruz. Biz sistemi konuşuyoruz. Bizim tabuları yıkmamız lazım. Eğer tabuları yıkmazsak bunun bedelini ağır öderiz. Onun için Tayyip Erdoğan bir tabu değildir. Tayyip Erdoğan bir kuldur. Onlar zannediyor ki bu koltuklara oturanlar buralardan hiç kalkmayacak. Böyle bir şey yok.”
 
“MİLLETE KARŞI SAYGISIZLAR”
 
Milletin iradesine saygı duyulması gerektiğine dikkati çeken Cumhurbaşkanı Erdoğan, "Gazi Mustafa Kemal aşağı, Gazi Mustafa Kemal yukarı. 'Biz onun partisinin başıyız.' diyor. Madem öylesin parlamentoda oturduğun koltuktan karşıdaki yazıyı okumuyor musun? Ne yazıyor orada? Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir. Altında da Kemal Atatürk imzası var. Bunu okumadın mı? Devamlı orada yazıyor. Samimi değiller. Millete güvenmiyorlar. Millete karşı saygısızlar. Biz bugün varız yarın yokuz. Mesele bu ülkeyi yönetecek aktörleri yetiştirmektir. Bunu yetiştiriyorsanız bu ülke diridir, canlıdır" ifadelerini kullandı.
 
“GÜNEYDOĞU, TURİZMDE ÇEKİM ALANI OLACAK”
 
Cumhurbaşkanı Erdoğan, terör örgütlerinin çukurlar ve tüneller açarak bölgede yaşayanlara hayatı zindan ettiğini belirterek, hükûmetin Güneydoğuya ciddi yatırımlar yaptığını, Çevre ve Şehircilik Bakanlığının ve TOKİ'nin burada çalışmalar yürüttüğünü söyledi. Cumhurbaşkanı Erdoğan, şöyle devam etti: "Öyle zannediyorum ki inşallah kısa bir zaman içerisinde artık Güneydoğu çok daha çekici olacak, güzel bir çekim alanı hâline gelecek. Projeleri gördüğüm zaman 'Bu gördüklerim rüya değilse o zaman Türkiye, turizmde çok ciddi bir patlamayı yapacak.' diyorum. Güneydoğu, turizmde çekim alanı olacak. Şimdi rahatlama başladı. Artık vatandaş, gece geziyor, dolaşıyor. Diyarbakır'ın caddelerinde, sokaklarında bu var. Diğer illerde aynı şekilde bu var. Hendeklerin temizlenmesiyle, yeni binaların yapılmasıyla birlikte inşallah artık Güneydoğu çok daha farklı bir hâle gelecek.”
 
“MİLLETİN BİRLİĞE, BERABERLİĞE İHTİYACI VAR”
 
Kandil, İmralı ve Pensilvanya'nın ‘hayır’ dediğini aktaran Cumhurbaşkanı Erdoğan, "Biz, 'hayır' diyenleri de anlayışla karşılarız, o ayrı mesele ama benim vatandaşım da 'Kim bize hayır dedirtmek istiyor?' sorusunu herhalde soracaktır; 'Kandil'deki, İmralı'daki, Pensilvanya 'hayır' diyorsa, bunlar bu milleti bölmek isteyenler değil mi? Ben bunlarla yürümem.' diyecektir. Ben buna inanıyorum. Bu, benim vatandaşımın iradesine asla ipotek koymak değildir. Zaten benim vatandaşım iradesini bu yönde şekillendirecektir diye düşünüyorum. Bu milletin birliğe, beraberliğe, bütünlüğe, kardeşliğe ihtiyacı var." dedi.
 
OLAĞANÜSTÜ HÂL'İN UZATILMASI
 
FETÖ'yle mücadelenin devam ettiği, bir taraftan da Olağanüstü Hâl’in süresinin dolduğu, bu konuda da yeni bir uzatmaya gidilip gidilmeyeceğinin sorulması üzerine Cumhurbaşkanı Erdoğan, "Dolarsa yine uzatılır. O noktada mani bir hâl yok. Fransa uzatıyor da kimse kıyamet koparıyor mu? Yok. Bizim buna ihtiyacımız olduğuna göre, uzatma yetkisi kimde yasal olarak, bu noktada Millî Güvenlik Kurulu teklif eder, Bakanlar Kurulu bununla ilgili kararını alır, yola devam ederiz" diye konuştu.
 
Cumhurbaşkanı Erdoğan, halk oylamasının güvenliği ile ilgili olarak "Şu anda İçişleri Bakanlığımız çok ciddi tedbirler aldı. Bu artık bundan önceki seçimler gibi olacak bir seçim değil. Yani o tür tehditlerle, yanlışlarla bu yola başvuracak olanlar bedelini ağır öder. Herkes bir defa millî iradeye saygı duyacak. Güneydoğu Anadolu'da, Doğu Anadolu'da buralarda bu tür yollara tevessül edenler bedelini çok ağır öderler onu söyleyeyim. Çünkü orada yakın markaj vatandaş gelecek, huzur içinde oyunu kullanacak ve millî iradenin tecellisini hep beraber göreceğiz" cevabını verdi.
 
 

PKK Terör Örgütüyle Mücadelenin Mitleri

PKK Terör Örgütüyle Mücadelenin Mitleri
  

Terörizm ve Terörizmle Mücadele
04 Ağustos 2013 Pazar
PKK Terör Örgütüyle Mücadelenin Mitleri
Cahit Armağan DİLEK
 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü  

Mit'in sözlüksel anlamı din ile ya da kahramanlıklarla ilgili olan, toplumun
gelenek ve göreneklerine göre ağızdan ağıza ulaştırılan ve zaman içinde
değişiklik gösteren söylenceler anlamındadır. Mit kelimesi Yunanca "mythos"
kelimesinden gelmektedir. Mitler genel olarak çok tanrılı dönemleri, olağan üstü
kahramanlıkları ve olayları konu alır.[i]
Günlük hayatımızda ise mit kavramı "yanlış, doğru olmayan hikâye yada metafor
anlamında" da kullanılmaktadır. Ve bu kullanımda anlatıcının asıl vurgulamak
istediği nokta doğru olmayan bir olgunun ya da kısmın hikaye içerisinde
barındığıdır.
İşte bu yazı mitin günlük hayattaki anlamı esas alarak hazırlanmıştır. Bütün
Türkiye'nin yaklaşık 30 yıldır maruz kaldığı terör saldırıları herkesin gözü
önünde, açık açık gerçekleşirken maalesef PKK terör örgütüyle mücadele ise bir o kadar dar kapsamlı katılımlarla alınan kararlarla ve nedense hep bir gizlilik
içinde yürütüldü ve yürütülüyor. 2009'da başlayan Kürt açılımı ve 2013 yılı
başında kamuoyuna yansıyan hükümetin PKK terör örgütüyle müzakereleri de sanki kamuoyuyla paylaşılıyormuş gibi yapılmasına rağmen aynı gizlilik içinde
yürütülüyor. Fakat bu sefer daha vahim olanı, PKK terör örgütü ve yandaşları
hükümetin ne yapacağı, hükümetle ne anlaştıkları konusunda her şeyi biliyorken
TBMM ve Türk milleti süreç hakkında halen hiçbir şey bilmemektedir. İşte terörle
mücadelede yeterli şeffaflığın olmaması, mit kavramının günümüzdeki anlamıyla
uygun olarak, PKK terörüyle mücadelenin mitler üzerinden yapılmasına yol açtı.
Böyle olunca da herkes farklı bir düzlemde konuştu, birbiriyle anlaşamadı,
sonuçta da bir türlü sorunu çözemedik. Ancak burada dikkat çekici olan bu
mitlerin çoğunluğunun 2003'den sonra oluşmuş yada söylemlerin mite dönüşmüş olması, açılım ve müzakere süreçleriyle birlikte ise bunların daha da artmış olmasıdır.
İşte Türkiye'yi terörle mücadeleden müzakereye ve PKK terör örgütüyle pazarlık
konumuna  getiren ve hükümetlerin bir yönetim mekanizması haline getirip
kullandıkları, kamuoyunu yönlendiren mitler:

Mit 1.       Adına ister Kürt sorunu, ister Güney Doğu, ister terör sorunu,
ister bağımsızlık/özerklik sorunu deyin yapılacaklar aynı.
Yanlış. Türkiye yaşadığı bu sorunun adında mutabık kalıp sorunu tam olarak
tanımlayamadığı için çözüm üretememektedir. Aslında bugün yaşanan kargaşa ve bölünmenin altında da sorunun farklı tanımlanması ve algılanması
yatmaktadır.[ii]
 
Soruna ad koyabilmek demek sorunu tanımlamak demektir. Sorunu tanımladığınızda ise ortaya çıkan eksiklikler ve yanlışlıklar için çözüm önerilerini, hareket tarzlarınızı belirlersiniz, ona göre stratejinizi hazırlar ve uygularsınız. Yani başka ad vermek başka bir sorun veya yanlış bir sorun tanımlamak demektir.
Birbirine yakın ilişkili sorunlarda, ayrı adlandırma ve tanımlamalarda tabii ki
birbiriyle örtüşen eksiklikler, yanlışlıklar, çözüm önerileri olacaktır ama bu
"soruna ne ad koyarsanız koyun yapılacaklar aynıdır" savını doğru yapmaz. Çünkü sorunun adını tam koyamaz ve örneğin Kürt sorunu diyerek yola çıkarsanız uygulayacağınız reçete gerçek sorunu çözmeyeceği gibi yeni sorunlar (Türk sorunu gibi) da yaratacaktır. Türkiye'yi yönetenler 1999 öncesinde sorunu çok büyük bir oranda terör sorunu olarak algılamış, halk da bu şekilde görmüş, bu tespite göre yöntemler uygulanmış, 15 sene gibi uzun bir zaman geçse de 1999 yılında terörü sıfır noktasına getirebilmiştir. Ancak sonrasında terör örgütünün istismar ettiği konulara ilişkin gerekli siyasi, ekonomik, sosyal tedbirler hayata geçirilmediği için silahlı olarak Irak'ın kuzeyinde bekleyen PKK terör örgütü 2003 sonrasında oluşan yurtiçi ve bölgesel konjonktürden de istifadeyle yeniden terör saldırılarını artırmıştır. Ancak PKK terör örgütü bu kez terör saldırılarıyla birlikte sorunun başka türlü algılanmasını sağlayacak etkenleri
de kullanmış, bugünkü avantajlı pozisyona gelmeyi başarmış ve sorunun terör
sorunu değil de başka sorunlar olarak algılanmasında hedeflediği  noktaya
ulaşmıştır.
 
Mit 2.       Terörle bir yere varılamaz.
Yanlış. Çünkü terörle bir yere varıldığının hem de terör örgütünün tam da
istediği noktaya gelindiğinin en büyük ispatı bugün PKK terör örgütüyle yapılan
müzakere/pazarlıklar ve bunun yarattığı ortamdır.
 
PKK'nın 1984'deki ilk saldırısından pazarlıkların başladığının aleni olduğu 2012
yılı sonuna kadar her terör saldırısından sonra on binlerce kez duyduğumuz
"terörle bir yere varılmaz" söylemi aslında devletimizle terör örgütü arasındaki
bir psikolojik savaş alanıydı. Ancak maalesef bu mücadelede kazanan taraf terör
örgütü olmuştur.  Türkiye'de gelinmiş olan noktaya rağmen halen terörle bir yere varılamayacağını savunanlar ya PKK terör örgütünün safında olanlardır ya
kavramsal kargaşa yaşayanlardır  ya da strateji, ulusal güvenlik gibi kavramları
bilmeyenlerdir.  Konuyu basitçe şöyle açıklayabiliriz. Örneğin bir ülke bir
askeri harekat yapıyorsa (örneğin Kıbrıs Barış Harekatında safha safha yeşil
hatta kadar olan bölgenin ele geçirilmesi) bunu bir politikasını gerçekleştirmek
için yapıyordur yani devletin bir politikasına hizmet ediyordur. Askeri
harekatla ele geçirilecek askeri hedef o ülkenin siyasi hedefinin
gerçekleştirilmesi için gerekli olan bir unsurdur. İşte aynı şekilde terör
örgütünün de terör eylemleri yaparak karşısındaki devleti isteklerini yerine
getirmeye veya kabul etmeye zorlayacak bir pozisyon kazanmaya yönelik siyasi bir hedefi vardır. Terör saldırıları terör örgütünün bu siyasi hedefine ulaşması
için yapılmaktadır. Çünkü o istekleri hayata geçirilebilecek güç o coğrafyadaki
yani ülkenin siyasi sınırları içindeki hakim unsur olan "devlet"tir ve terör
örgütü ona karşı mücadele etmektedir.  Bugün Türkiye'de olan da budur. Hükümet hangi gerekçeyle hareket etmiş olursa olsun terör örgütü açısından somut sonuç terörle istediği noktaya (hükümetle müzakere/pazarlık edebilme) gelmiş olduğu gerçeğidir. Bugün müzakere/pazarlık masasında terör örgütünün eli halen çok güçlüdür, çünkü hem masadadır hem de halen elinde silah vardır ve şantaj/tehdit yaparak devleti bir şeyler yapmaya zorlamaktadır. Çünkü bilmektedir ki ulaşılmış bu seviyeden daha alt bir seviyeye dönmesi mümkün değildir, bundan sonra süreç işlese de işlemese de terör örgütü tek kazanandır.
 
Mit 3.  PKK terör örgütüdür ve Kürtlerin temsilcisi değildir.
 
Doğruydu ama açılım politikalarıyla birlikte önce mitleştirildiğini, son dönemde
ise toplum mühendisliği uygulamalarıyla tersinin (PKK terör örgütü değildir ve
Kürtlerin temsilcisidir) kabul ettirildiğini görmekteyiz.
 
PKK terör örgütü özellikle ilk saldırılarını ve sonrasındaki saldırılarının
önemli bir bölümünü Kürt asıllı vatandaşlarımıza yönelik gerçekleştirmiş ve
zorla da olsa onların desteğini (daha doğrusu yardım ve yataklık yapmalarını)
alarak Türk kamuoyuna ve uluslar arası ortama arkasında halk desteği olduğunu
göstermeye çalışmış ancak vatandaşlarımıza yönelik vahşi terör saldırılarına
rağmen bunu başaramamıştı. 90'lı yıllarla birlikte PKK güdümünde kurulan ve
TBMM'ye de giren siyasi partiler olmasına rağmen bu partiler en azından alenen
(bugün devamı olan partilerin ve temsilcilerinin yaptıklarıyla mukayese edersek)
terör örgütünü ve terörü destekleyen, hoş gören, haklı gösteren söylemlerde ve
eylemlerde bulunamamıştır. Bu durum 1999 yılına kadar böyle devam etmiş ve
terörün siyasallaşması engellenmiştir. Ancak Türkiye'nin terörle mücadelesinin
ikinci safhasında (2003 sonrası)[iii] özellikle 2005'den sonraki dönem
içerisinde başlayan açılım politikaları terör örgütünü öven ve destekleyen
söylem ve eylemler demokratik  toplumların vazgeçilmez unsurları olan ifade ve
düşünce özgürlüğünün kötüye kullanımıyla topluma kanıksatılır hale
getirilmiştir. 2009'daki ilk açılım sürecinde artış gösteren bu durum Habur
faciasıyla bir duraksama yaşamış ancak bu alanda terör örgütü açısından altın
vuruş ise 2012 yılı sonlarında aslında terör örgütünün operasyonel anlamda çok
zor durumda olduğu, darbeler aldığı bir dönemdeki açlık grevlerinin bitirilmesi
sürecinde teröristbaşının tek yetkili ve terör örgütüne söz geçirebilecek yegane
şahıs olarak hükümetin tek muhatabı olarak ortaya çıkarıldığı bir psikolojik
operasyonla hükümetin teröristbaşıyla müzakere ve pazarlık masasına oturması
olmuştur. Bu süreçte PKK'nın TBMM'deki uzantısı olan partinin teröristbaşıyla
aracı rolüyle PKK'nın bir parçası olduğu topluma gösterilmiş ve anılan partiye
oy vermiş seçmenler PKK'nın hayal bile edemeyeceği bir şekilde otomatikman
PKK'nın arkasına koyulmuş, teröristbaşı sanki bütün Kürtleri temsil ediyormuş
algısı oluşturulmuş, PKK'ya yönelik halk desteği neredeyse devletin göz
yummasıyla hem remileştirilmiş hem de gerçekte yansıtıldığı gibi büyük olmayan
bir desteğin olduğu algısı kuvvetlendirilmiştir. Aynı dönemde Paris'te öldürülen
üç PKK'lı kadın teröristin Türkiye'deki cenaze töreninde meydanlardan yansıyan
görüntüler bu resmileşmeyi daha da kemikleştirmiş, PKK, uzantısı parti ve
destekçilerine inanılmaz bir psikolojik üstünlük kazandırmıştır.
Geçen otuz sene boyunca teröristle halkın/vatandaşın ayrılması ve ona göre
muamele ve mücadele edilmesi devletimizin en çok çaba sarf ettiği konu olmuş ve 2012 yılı sonlarına kadar da bu ayrımın korunmasında önemli ölçüde de başarılı olunmuştu. Ancak terör örgütüyle yaratılan pazarlık/müzakere ortamı teröristle Kürt asıllı Türk vatandaşlarımız arasındaki ayrımı PKK lehinde olacak şekilde ve maalesef devletin kendi elleriyle ortadan kaldırmış, artık teröristle normal vatandaş ayırımı yapılamaz duruma, TBMM'deki bir partiye oy veren seçmenler PKK terör örgütünün seçmenleri/destekleyenleri haline getirilmiştir. Bu nedenledir ki PKK'nın uzantısı olan partinin temsilcileri devletin teröristbaşıyla aynı masaya oturduğunu, normalde teröristle aynı masaya oturulamayacağına göre PKK'lılara terörist denilmemesi gerektiğini, çünkü onların terörist olmadığını, haklı bir özgürlük mücadelesi yaptıklarını, PKK'nın terör örgütü listesinden çıkarılması gerektiğini de söyler, talep eder konuma gelmişlerdir. 
 
Mit 4.  Kürtlerin Türkiye Cumhuriyeti, Türk bayrağıyla sorunu yok, ayrı bir devlet istemiyoruz.
Bu mit PKK terör örgütü ve yandaşlarınca Türkiye'ye pazarlanmaya çalışılan en büyük yalanlardan biridir.
PKK terör örgütünün kuruluş amacı bağımsız bir Kürt devletine ulaşmaktır. Her ne kadar teröristbaşının bundan vazgeçtiği iddia edilse de kullanılan ifadeler
(demokratik cumhuriyet, federalizm, bölge yönetimi vs) pratikteki eylem ve
söylemlerle mukayese edildiğinde bu amacın gizlenmeye çalışıldığını
göstermektedir.
Açılım politikalarıyla başlayan süreçte ve son olarak yapılan
müzakere/pazarlıklarda teröristbaşının devletten bu konuda hiçbir talepte
bulunmadığı ifade edilse de gerek sızan görüşme zabıtlarından gerekse
teröristbaşıyla görüşenlerin ve mektupla haberleşenlerin açıklamaları (ki
bunların teröristbaşına rağmen yapılmış olması mümkün değil) bağımsızlıktan,
özerklikten, özel statüden, dört ayrı bölgedeki Kürtlerin birleşmesinden,
Kürtlerin kendini yönetmesinden, kendi polis ve savunma gücünün bulunmasından vs. bahseden taleplerle doludur. Diğer taraftan teröristbaşının isteğiyle yapılan konferanslar ve bu yıl sonlarına doğru yapılması planlanan Ulusal Kürt Kongresinin hedefi Kürtlerin birlikte hareket etmesi yani birleşmesidir.
Kürtlerin birleşmesi demek Türkiye, Suriye, Irak ve İran'dan toprak parçalarının
koparılması demektir. Bu girişim bile başlı başına yukarıdaki söylemi bir mit
hatta tamamen yalan haline getirmektedir.  Barzani'nin Kürt ulusal kongresi
toplanmasına yönelik girişimleri 2008 yılında başlamıştır ancak o zamanlar
Türkiye'nin karşı çıkmasıyla bunu gerçekleştirememiştir. Fakat 2009'da başlayan
açılım politikaları ve son müzakere/pazarlık süreci Barzani'nin önündeki bütün
engelleri ortadan kaldırmıştır. Barzani'nin kontrolünde yapılacak bu kongre
Barzani'nin tüm Kürtlerin lideri olma (Büyük Kürdistan) arzusunun
gerçekleşmesinde önemli bir kilometre taşı olacaktır. Böyle bir kongrede
alınacak kararlar (hemen bir birleşme ya da bağımsızlık olmasa da) Türkiye'nin
içişleriyle ilgili olacaktır ki bunu normal şartlarda kabullenmek de mümkün
değildir. Dolayısıyla Türkiye bu kongrenin yapılmaması için her türlü girişimde
bulunmalı ve elindeki yaptırım imkanlarını özellikle Barzani'ye karşı
kullanmalıdır. Aksi durumda Türkiye'nin bütünlüğü ve güvenliği açısından ortaya
çıkabilecek emrivaki gelişmelerden mevcut hükümet sorumlu olacaktır. 
Yukarıdaki söylemle ilgili diğer bir husus da Türk bayrağıdır. Yaptıkları
toplantılarda, mitinglerde Türk bayrağını kullanmayan, Türk bayrağı asılmasını
ve gösterilmesini bir tahrik unsuru gören zihniyetteki insanların kullandığı bu
söylemin gerçek olmadığı aşikardır. Türk kelimesini kullanım dışı bırakmayı
hedefleyen söylem ve eylemler göstermektedir ki Türk bayrağının adı Türkiye
bayrağı olarak değiştirilse de kabul görmesi mümkün değildir, çünkü bu sefer de
"Türklerin yaşadığı yer" anlamındaki Türkiye adı karşılarına çıkacaktır ve bunu
benimsemeye de yakın gözükmemektedirler.  
       
Mit 5.       Askeri tedbirlerle, şiddetle bu sorun çözülmez. Yıllardır süren askeri operasyonların sorunu çözemediği ortadadır.
 
Yanlış. Çünkü 1999 yılına gelindiğinde askerin icra ettiği operasyonlar
neticesinde defalarca terör örgütünü dağılma  noktasına getirildiğini, ancak
siyasi, ekonomik, sosyal alanlarda teröre bahane olarak kullanılan noktaların
çözümüne yönelik olarak adım atılmaması nedeniyle askeri tedbirlerle sağlanan
uygun ortamların sürekliliğinin sağlanmadığını ve tekrar tekrar istismar
edildiğini görmekteyiz.
 
Bu söylemi kullananlar teröristin elindeki silahı, terör örgütünün vahşetini,
katliamını görmezden gelmekteler ve elinde silah olanlara karşı askeri tedbirler
alınmadan yapılan dünyanın herhangi bir bölgesinden tek bir mücadelenin bile
örneğini verememektedirler. Bu söylemin 2005 ve ağırlıkla 2009 sonrası dönemde

hem PKK hem de Irak'ın kuzeyindeki yerel yönetim, Avrupa ülkeleri ve ABD
tarafından sıklıkla kullanıldığını görmekteyiz. Buradaki doğru söylem "terörle
mücadelede sadece askeri tedbirle sonuca ulaşılamaz" şeklinde olmalıdır ki zaten
bizzat Türkiye 1999 öncesinde alınan dersler kapsamında bu sonuca ulaşmış,
birçok askeri yetkili bile askeri alan dışındaki tedbirlerin de hayata
geçirilmesi gerektiğini söylemiştir.
 
Burada dikkat çekilmesi gereken önemli konu "eğer askeri tedbirler alınmasa ve
operasyonlar yapılmasaydı ne olurdu" sorusudur. Onun cevabını da 2012 yılı
sonundan itibaren terör örgütünün sözde eylemsizlik uygulamasına cevaben
devletin tüm güvenlik güçlerinin de hareketsiz konuma getirilmesinin (asker ve
polisin kışla ve karargahların dışına çıkarılmaması) yarattığı ve bölgede
yaşanan bugünkü durumdur.
 
Bugünkü durumu şöyle özetleyebiliriz. Askerin polisin dışarıda devriye
dolaşması, varlık göstermesi devletin buraya ben egemenim algısını yaratmak
içindir. Bu yapılmazsa, ki bölgeden gelen haberler bu yöndedir, boşluk PKK'lı
teröristlerce doldurulmuştur. Terörstbaşının sızan görüşme zabıtlarında
çekilecek teröristlerin yerini başka güçlerin (koruyucular, Hizbullah vs)
doldurmasının önlenmesini istediği bilinmektedir. Şimdi ortaya çıkan durum ise
PKK'nın çekilmediği aksine kışla ve karargahtan çıkması engellenen asker ve
polisin yerlerini teröristler doldurduğudur. Hatta bu işi o kadar ileri
götürmüşlerdir ki TSK'nın her yıl kış başında boşalttığı bahar-yaz aylarında
tekrar kullandığı geçici üslere bile PKK'lı teröristlerin yerleştiği haberleri
basına yansımıştır. Bugünkü ortamda PKK'nın adeta paralel bir devlet
yapılanmasını hayata geçirdiği, teröristlerin hiç bir kaygı duymadan özellikle
doğu ve güneydoğu bölgelerinde rahatça gece ve gündüz hareket edebildiği, taciz ateşi/adam kaçırma/iş makinelerini yakma/asayiş güçleri oluşturma ve egemen güç olduğunu gösteren yasadışı faaliyetleri gibi terör eylemleri yapmasına rağmen hiçbir karşı operasyona maruz kalmadığı gibi gelişmeler ortaya çıkmış, PKK buralarda devlet benim algısını yaratmış ve bunu beyinlere kazımıştır. Askere ve polis silah kullanmasın, askeri tedbirler uygulanmasın, operasyon yapılmasın denilerek yukarıda belirtilen terör örgütü lehindeki ortamın yaratılmış olmasına rağmen, PKK silah bırakmayı en son yapılacak faaliyet olarak görmekte (gerçekte ise silah bırakmadan silahlı unsurlarını asayiş yada özsavunma gücüne dönüştürmeyi hedeflemektedir) ve elinde tuttuğu silahla devlete şantaj yaparak demokratik bir anayasaya ve yönetim kurulacağını iddia etmekte ve bu iddiası taraftar bulabildiği gibi bunu makul karşılayarak aynı masaya oturan muhatap da bulabilmektedir.
Gelişmeler PKK'nın kendinde bu kadar güç ve hareket serbestisi bulabilmesinin
ana sebebinin ise kendisine karşı askeri tedbirlerin alınmayacağı, herhangi bir
askeri operasyonun yapılmayacağı güvencesini almış olmasından kaynaklandığını göstermektedir. Basına yansıyan haberler göstermektedir ki askerin operasyon istekleri bu dönemde operasyon olmaz sürece zarar verir denilerek Valiler tarafından geri çevrilmektedir. Bunun son örneği Lice'de PKK'nın anıtmezar girişimlerinin önlenmesi talebidir ki TSK'nın bu talebine Diyarbakır Valiliğinin izin vermediği ortaya çıkmıştır.[iv] Böylece asker operasyon yapmadığı için herhangi zayiat yaşamamakta, hükümet bu durumu şehit haberleri gelmiyor diyerek gerçek, süreklilik kazanmış olumlu bir gelişmeymiş gibi topluma sunmakta, PKK da askerle karşılaşmayacağı güvencesiyle hükümeti adım atmaya zorlayacak terör eylemlerini ve baskılarını rahatça ve açıkça sürdürebilmektedir.     
 
Mit 6.       Terörle Mücadelede "yeni konsept, yeni doktrin, yeni strateji hayata" geçirildi.
 
Yanlış. Çünkü olmayan bir şeyin yenisinin üretilmesi mümkün değildir.  Böyle bir
söylemi kullananların uzun süreli araştırma, inceleme, değerlendirmeler
gerektiren konsept, doktrin veya stratejinin anlamını, kapsamını bu kavramlar
arasındaki farkı ve ilişkiyi, nasıl hazırlanacağını bilmediklerinden olacaktır
ki gerçek olması mümkün olamayacak şekilde Türkiye'nin terörle mücadelesinde
anlık konsept ve strateji değiştirdiği söylemlerini kamuoyuna sunmaktadırlar.
2005 ve özellikle 2009'da başlayan açılım politikaları paralelinde basına
yansıyan ve manşet olan münferit bir faaliyetin olumlu tepki alması üzerine
hükümete yakın kaynaklar ve yorumcular hemen terörle mücadelede yeni konsept, doktrin veya stratejinin uygulamaya geçirildiğinden bahseder oldu. Fakat bu durum o kadar sık tekrar edilir oldu ki, söz konusu kavramların felsefesine ve içeriğine ters biçimde, Türkiye'de neredeyse akşamdan sabaha konseptler, stratejiler değiştiği söylemleri sıklıkla kullanıldı.
 
Aslında böyle değişikliklerin olmadığını söylemek yanlış olmayacaktır. Çünkü
hiçbir zaman  değişen konsept veya stratejiye ilişkin somut bir doküman veya
belge hükümet tarafından kamuoyuna gösterilip açıklanmamıştır.[v] Bu tür
söylemler hükümete yakın gazetecilerin de aralarında olduğu üçüncü şahıslarca
kamuoyunda işlenmiştir. Ayrıca zaman zaman meydana gelen olaylara yönelik
devletin değişik makamlarından gelen farklı tepkiler de ortada bir konsept ve
strateji dokümanın olmadığını desteklemektedir. Fakat bahsedilen şekilde bir
doküman ya da belge olmamasına rağmen konsept veya strateji kavramlarıyla
yakından uzaktan ilgisi olmayan içi doldurulmamış, altı boş açılım söylemi,
birlik beraberlik projeleri ve sloganlar (öldürerek değil yaşatarak mücadele
edeceğiz, siyasetle müzakere terörle mücadele gibi) ise yeni konsept ve
stratejilermiş gibi kamuoyuna yansıtıldı. Ancak söz konusu "mış gibi"
yaklaşımlardan sonuç alınamamış olması da bunların konsept veya strateji değil
birer popüler ve konjonktürel  söylemler/sloganlar olduğunu göstermektedir.
 
Mit 7.        Bölgeye artık terörle mücadelede tecrübeli komutanlar, özel eğitimli birlikler gönderiliyor. Sonuçlarını yakında alacağız.
 
Özellikle 2011 seçimleri sonrasında yeniden tırmanan terör saldırıları
karşısında  Ağustos 2011 Yüksek Askeri Şüra kararları sonrasında TSK komuta
kademesinde meydana gelen değişiklikler ve general/subay atamaları "terörle
mücadelede yeni bir dönem, artık bölgeye tecrübeli, bölgeyi tanıyan komutanlar
atandı, özel eğitimli birlikler bölgede görevlendirildi, sonuçlarını yakında
alacağız" şeklinde kamuoyuna sunuldu.
 
En başta şunu söylemek gerekir ki böyle bir söylem hem önceki TSK komuta
kademeleri hem de aslında bizzat hükümeti suçlamaktır. Çünkü madem elinizde
terörle mücadele daha iyi komutanlar/subaylar/özel eğitimli birlikler vardı daha
önceleri bu kararları niye vermediniz sorularının cevaplanması gerekecektir. Bu
söylemin hedefinin özellikle eski komuta kademelerini kötüleyerek yeni oluşan
komuta kademesine bir destek oluşturmayı hedeflediğini söylemek yanlış
olmayacaktır. İşte bu tür haberlerin yapıldığı, söylemlerin kullanıldığı ortamda
TSK'dan bu yaklaşımın doğru en azından şık olmadığını açığa kavuşturması
beklenirdi. Çünkü gerçek şudur ki TSK'nın bir kariyer planlaması, rotasyon,
atama prensipleri vardır ve personel bu çerçevede görevlendirilir, nitekim
Ağustos 2011 sonrası atamalar/görevlendirmeler de bu çerçevede yapılmıştır.
 
Özel eğitimli birlikler de benzer şekilde bölgede görevlendirilmektedir. Dolayısıyla tecrübeli komutanlar ve özel eğitimli birlikler varmış da kasten bölgeye gönderilmemişler, ama yeni komuta kademesi bunu düzeltti gibi bir algı
oluşturulması, sorumlu makamdaki askerlerin de buna sessiz kalması en azından
daha önce bölgede görev yapmış olanların hizmetleri adına doğru ve şık
olmamıştır. 

Mit 8.       Terör örgütüyle müzakere / pazarlık yapılmaz.
 
Yanlış. Bugün aleni olarak gerçekleşen faaliyetler bu söylemin artık mitlikten
de çıktığını göstermektedir. Yapılan pazarlık/müzakere o kadar aleni olmasına
rağmen bu söylem bir mit olarak kullanılmakta, gerçekmiş gibi sunulmaya devam edilmekte (çünkü doğru olan teröristle pazarlık/müzakere yapmamaktadır, hükümet bunu yapmadığını söyleyerek oy almıştır, yandaşlarından destek bulabilmiştir) ve bütün açığa çıkanlara rağmen halen pazarlık/müzakere yapılmadığı söylenmektedir.
 
Bunun bir müzakere ya da pazarlık olmadığını söyleyenler  teröristbaşı
yakalanmadan önce de, sonra da dönemin hükümetlerinin teröristbaşıyla
görüştüğünü belirtmektedir. Açığa çıkan bazı belge ve yayınlanan anılar o
dönemlerde teröristbaşıyla irtibat kurulduğu veya cezaevinde teröristbaşından
bilgi alınmaya çalışıldığı veya terör örgütüne  mesajlar vermeye zorlandığı,
ancak bu süreçlerde inisiyatifin devlette olduğu anlaşılmaktadır. Fakat mevcut
T.C. hükümetinin artık kamuoyuna da yansıdığı şekilde 2006'dan buyana başlattığı gizili görüşmeler 2013 yılı başı itibariyle müzakere / pazarlık şekline dönüşmüş ve inisiyatif (hem de 2012 sonunda terör örgütünün en zor anlarını yaşadığı bir ortamda ) teröristbaşına  geçmiştir. Ayrıca nasıl olduğu belli olmayan şekilde sızan gizli/özel görüşme zabıtlarıyla hem terör örgütü ve yandaşlarına hem de görüşmelerde doğrudan devlete söylemediği konularda devlete mesaj vermektedir.
Çünkü devam eden süreçte zamanlamayı, yapılacakları, aşamaları belirleyen terör örgütüdür ve teröristbaşı açıklamaları, mektupları, aracıları vasıtasıyla
verdiği mesajlar ile süreci tek adam olarak yönetmektedir.
 
Bu söylemi bir mit olmaktan kurtarmaya çalışanlar terör örgütüyle devletin
istihbarat kurumunun en doğal görevi olarak yaptığı söylemini pazarlamaya
çalışmaktadır ki bu da  başka bir mit olarak aşağıda ele alınacaktır.
 
Mit 9.    Siyasetle müzakere, terörle mücadele ederiz.
 
Eylül 2011'de Başbakan tarafından ifade edilen "terörle mücadele ederiz,
siyasetle müzakere"[vi] cümlesi o dönemde hemen yeni strateji (bakınız 6 nolu
mit) olarak yorumlandı. Tek cümleydi, doğru bir cümleydi ama bir strateji
değildi altı ve içi boştu, neyi, kiminle, ne zaman, nasıl yapacağını açıklayan
bir belge veya doküman haline gelmemişti.
 
Aslında siyasetle müzakere kapsamında yapılması gereken TBMM'deki bütün
partilerin bu işe dahil edilmesiydi. Ancak bu cümlenin otoriteler(!) tarafından
yorumlanmasında "siyasetle müzakere ederiz"den kasıtın PKK'nın Meclis'teki
uzantısı olan parti olduğu vurgulandı ama o partinin böyle bir iradesi, yeteneği
ve gücü yoktu, çünkü teröristbaşına bağlı olduklarını, onun emrinde olduklarını
söyleyerek esas olanın onun söyledikleri olur diyerek bu durumu tescil
ediyorlardı. Malum "kucaklaşmalar" bütün bu yorumlar ve beklentileri boşa
çıkardı.  2012'nin sonunda İmralı'da teröristbaşıyla  MİT'in başlattığı
müzakereler ortaya çıkınca siyasetle müzakerenin PKK'nın uzantısı olan parti
üzerinden siyasetle müzakere ediliyormuş gibi yapılarak teröristbaşıyla
görüşülmesi bu söylemin bir mit, gerçeğin ise "teröristle müzakere" olduğunu
ortaya çıkarmıştır.
 
Bu mitle ilgili diğer tehlikeli durumda siyasetle müzakere ederiz ifadesinde
muhatabın kim olduğunun tartışılmasıdır ki müzakere edilecek ister PKK'nın
uzantısı parti olsun ister teröristbaşı olsun müzakere edilen terör değil, Kürt
sorunu değil teröristbaşının hapisten çıkmasını sağlayacak PKK'nın talepleri
oldu. Bu gelişmeyle birlikte Türkiye iki taraf olarak resmen ayrılmış oldu,
birlik ve kardeşlik yaratalım derken toplum taraflara bölündü, devletin müzakere
ettiği parti veya kişi de otomatikman tüm Kürtleri temsil eden taraf oldu,
TBMM'deki diğer partilere oy veren Kürt kökenli vatandaşlarımızı düşündüğümüzde toplumun gerçekte böyle bir bölünme yaşamadığını ama sorunun kendisi gibi bölünmenin de yapay olduğunu ve gerçekleri yansıtmadığını göstermektedir.
 
Mit 10.  Bütün dünyada olduğu gibi bizim gizli servisin (MİT) de terör örgütüyle
görüşmesi/müzakeresi doğrudur. Bu gizli servislerin görevidir.
 
Yanlış. İstihbarat teşkilatının tek ve ana görevi devletin kurumlarının ihtiyacı
olan istihbarat isteklerini karşılamaktır. MİT kanunu olarak da bilinen Devlet
İstihbarat Hizmetleri ve Milli İstihbarat Teşkilatı Kanunu'nda bunun haricinde
MİT'e verilmiş bir görev yoktur.  Çünkü söz konusu kanun  "bu teşkilat Devletin
güvenliği ile ilgili istihbarat hizmetlerinden başka hizmet istikametlerine
yöneltilemez" hükmünü içermektedir.
 
Bu mit oluşturulurken kullanılan destekleyici argüman ise terör örgütleriyle
mücadele eden diğer ülkelerin gizli servislerinin de görüşme/müzakere yaptıkları
yönündeki hiçbir gerçek belge ve bilgiye dayanmayan ifadelerdir ki kamu oyumuzda

en çok bilinen ETA ve İRA örneklerinde bunu gösteren bilgi ve belgeler mevcut
olmadığı gibi tersine esas olarak terör örgütlerinin yapacağı faaliyetleri /
saldırıları önceden haber almaya (ki gizli servisin esas görev de budur,
istihbarat toplamak) yönelik  olarak gizli servisin polis ve askeri istihbaratın
önüne geçmesi söz konusudur. Bugün yine ABD terörle mücadelede tek gerçek terör tehdidi gördüğü El Kaide örgütüyle bir görüşme ve pazarlık içinde olduğunu
gösteren hiçbir bilgi belge, haber yoktur. Aksine terörle mücadele stratejilerin de bunu kesinlikle ret etmektedir. Nitekim El Kaide lideri Ladin'in sağ olarak yakalanma fırsatı varken öldürülmesi ve halen El Kaide'nin lider
kadrosuna yönelik özellikle insansız uçaklarla yaptığı operasyonlar ABD'nin bu
terör örgütüyle  müzakereyi aklından bile geçirmediğini ve keskin hiyerarşik
yapıda olan terör örgütlerinin lider kadrosunun imha edilmesi o terör örgütünün
dağılmasını sağlayacak en önemli etken olarak gördüğünü göstermektedir.
2012 yılı sonlarında ABD Büyükelçisinin kendilerinin El Kaide lider kadrosuna
yönelik kullandıkları teknik, taktik ve prosedürleri Türk hükümetiyle
paylaşabileceklerini açıklamış ancak Türk yetkililer konuyu bile incelemeden
Kandil'in özel şartları olduğu gerekçesiyle lider kadroya yönelik bir
stratejilerinin olmadığını ortaya koymuşlardır. Tabii bunun arkasında o
dönemlerde MİT müsteşarıyla teröristbaşı arasında başlamış olan müzakerelerin de rolü olmuş olabilir.  Bununla birlikte 30 yıldır terör yaparak yaşayan, demagoji ve pazarlık/müzakere konusunda çok tecrübe kazanmış teröristbaşının karşısına müzakere eğitimi / tecrübesi olmayan kişiler oturtulmuş ve yapılan
müzakerelerden doğal olarak teröristbaşı galip çıkmış, müzakere edilerek bir
sonuca ulaşılmasından ziyade teröristbaşının kuralları, zamanlamayı, uygulamanın nasıl olacağını dikte ettiği bir sürece dönüşmüştür.
Bu bağlamda şunu söylemek mümkündür. Türkiye'nin PKK terör örgütüyle mücadelesi özellikle 2005'den sonra mitlerle yürütülmüştür ve terör örgütüyle yapılan müzakere/pazarlıklar ise bu konudaki son mitin bizim MİT olduğunu
göstermektedir.
 
Sonuç olarak;
 
Terörle mücadele mitlerle idare edilemeyecek kadar ciddi bir
konudur, çünkü Türkiye'de 40.000 insanın hayatına mal olmuştur. Terör yaparak
sorun yaratanlar ellerinde silahla tehdit ve şantajla sorunu çözeceklerini,
kendilerine güvenilmesini, onlar ne isterse yerine getirilmesini istiyorlar.
Mazisi yalan, vahşet, tehdit, şantajlarla dolu teröristlerin beyanlarına
dayanarak sorunun çözümü mümkün olmadığı gibi akla, mantığa, vicdana da uygun değildir ama şu anda Türkiye'de yapılmak istenen budur. Bu aşamada yapılması gereken sorunun doğru tanımlanması, sorunun her veçhesine çözüm getiren ayağı yere basan gerçekçi politika ve stratejilerin belirlenmesi ve bunların toplumu taraflara ayırmadan toplumsal mutabakatla hayata geçirilmesidir.
 
[i] Mitoloji, Vikipedi, http://tr.wikipedia.org/wiki/Mitoloji, Erişim tarihi 28 Nisan 2013.
 
[ii]Yazarın notu: Konuyu güncel bir gündem maddesiyle de şöyle açıklayabiliriz:
TBMM'de bir anayasa değişikliği çalışması var, önemli başlıklardan birisi de yönetim şekli yani mevcut parlamenter yapı ve değişik şekillerdeki başkanlık
sistemleri tartışılıyor. Bu tartışmaya nasıl gelindi? En başta nasıl bir detaylı çalışma yapıldı da mevcut sistemin Türkiye'yi taşımadığına karar verildi? Mevcut
sistemin tıkandığı noktalar neler, bu tıkanıklık nereden kaynaklanıyor? Çözüm seçenekleri nelerdir? Bu ve benzeri sorulara objektif cevapları ortaya koyamadan
şimdi burada adı ne olursa olsun ama biz şunu istiyoruz yani adına siz kuvvetler ayrılığına dayalı parlamenter sistem deyin ama biz başkanlık sistemine benzer
kanunların, yetkilerin uygulanmasını istiyoruz diyebilir misiniz? Derseniz bu sorunu çözer mi? Tabii ki hayır, çünkü daha üzerinde mutabık kalınacak şekilde
sorun tanımlanamamıştır.

[iii] "Çapulcudan Özgürlük Savaşçısına, Terörden Direnişe, Direnişten Bağımsızlığa: PKK Terör Örgütünün Dönüştürülmesi", http://www.21yyte.org/arastirma/terorizm-ve-terorizmle-mucadele/2013/05/27/7012/capulcudan-ozgurluk-savascisina-terorden-direnise-direnisten-bagimsizliga-pkk-teror-orgutunun-donusturulmesi,v27 Mayıs 2013.
 
[iv]  "TSK'nın Mezarlık Taleplerine Ret", Milliyet, 23 Temmuz 2013.
 
[v]Bu konuda örnek olarak ABD'ye bakarsak bu tür önemli strateji dokümanları bizzat ABD Başkanı ve ilgili bakanların konuşmalarıyla kamuoyuyla paylaşılmakta, içeriği açıklanmaktadır. Türkiye'de bunun örneğini görmek mümkün değildir.
 
[vi]"Terörle mücadele ederiz siyasetle müzakere",
 
Erişim Tarihi 19 Temmuz 2013.
 
4 SENE SONRA; DİĞER BİR HABER =  CUMHURBAŞKANLIĞI MAKAMINDAN
 
“PKK Terör Örgütüyle Verdiğimiz Mücadele, Üniter Yapının En Güzel Örneğidir”
 
DENEMEKTEDİR.
 
Uzman Cahit Armağan DİLEK Hakkında
Cahit Armağan DİLEK
Politik-Sosyal-Kültürel Araştırmalar Merkezi

Uzmanın Cahit Armağan DİLEK Diğer Yazıları

  ABD'nin IŞİD konulu "Harp Oyunu"; IŞİD'le mücadelede neler olacak? 
  ABD Düğmeye Bastı: Batı Kürdistan Kuruluyor, Öcalan Özgür Kalıyor
  IŞİD tehdidinin "Kazananları" ve "Kaybedenleri"
  IŞİD Eliyle Irak'ın Yeniden Dizaynı: Kerkük'ten Sonra Musul Barzani'ye  Peşkeş Mi Çekiliyor?
  Türkiye'nin Cumhurbaşkanını Seçmek; Kim Seçilirse Ne Yapar, Hangi Kararları Alır?
  Başbakan'ın "Terörün Nedeni" Tanımlaması ve Türkiye'yi Bekleyen Tehlikeler
  PKK'nın zaferini, Öcalan'ın Özgürlüğünü, Kürdistan'ın kuruluşunu, Türkiye'nin
  bölünüşünü ilan eden kanun
  TSK Neden Hedef Alındı ve Nasıl Bertaraf Edildi?
  Üç Kollu Gemi Halatı ve Yeni MİT Yasası
  AKP (Erdoğan) - PKK (Öcalan) Barış Anlaşması Son Virajda
  Türk-Amerikan ilişkilerinde ABD'nin manivelaları; NATO, İncirlik, PKK ve Cemaat
  İki Buçuk Savaş Tehdidinden "İki Buçuk Devlet & İki Buçuk Hükümet Tehdidi"ne
  Dönüşen Türkiye'nin Beka Sorunu
  Amerikan İstihbaratının 2014 Yılı Küresel Tehdit Değerlendirmesi ve Türkiye'nin Durumu
  ABD-Romanya Stratejik Ortaklığı; ABD Artık Sürekli Karadeniz'de 
  ABD Enerji Alanında da Süper Güç Oluyor
  Tokyo 2020; Küresel Güç Dengeleri ve Asya-Pasifik'in Yükselişi
  Esad'ı Cezalandırmak ve Askeri Operasyonun Sürpriz Etkisi
  Amerikan Ordusu Suriye’de Askeri Harekâta Hazır mı ve Sürdürebilir mi?
  ABD Suriye'yi Neden Vurmalı, Neden Vurmamalı? 
  PKK Terör Örgütüyle Mücadelenin Mitleri
  Çapulcudan Özgürlük Savaşçısına, Terörden Direnişe, Direnişten Bağımsızlığa:
  PKK Terör Örgütünün Dönüştürülmesi
 
...

ETNİK IRKÇI BÖLÜCÜ PKK TERÖRÜNÜ DOĞRU ANLAMAK BÖLÜM 20

ETNİK IRKÇI BÖLÜCÜ PKK TERÖRÜNÜ DOĞRU ANLAMAK  BÖLÜM 20
 

Türkiye, tarihî bir karara varmak için bir kavşak noktasına doğru hızla sürüklenmiştir. İç ve dış güvenliğini, millî çıkarlarını ve millî bünyesini tehdit eden gelişmelerin kıskacı altına sokulmuştur. Bu kavşak noktasında büyük Türk milleti için yeni bir ateşle imtihan döneminin başlayacağı anlaşılmıştır. Memleketin içine sürüklendiği şartlar karşısında millî bir seferberlik ruhuyla harekete geçmek, gelişmeleri dikkatle ve şuurla takip etmek, hiçbir vatanseverin kaçamayacağı tarihî bir milli görev ve sorumluluk haline gelmiştir.
 
Siyasi iktidarın uygulamaya çalıştığı “Kürt açılımı”, tamamen geri tepmiştir. Büyük Türk milleti, açılım denilen Türkiye’yi bölme, parçalama ve bir
bölümünü Barzani’ye hediye etme siyasetini reddetmiştir. AKP iktidarı, açılımı yeniden gündeme getirebilmek için yoğun çaba harcamıştır. Hatta kendilerine sinema sanatçısı, şarkıcı vs denilen gruplarla yaptığı ballı börekli kahvaltıları da millete kabul ettirememiştir. İktidar, bunun üzerine geri adım atmıştır. Zeminini ve zamanını kollamak üzere, “PKK açılımı”nı, demokratik açılım adı altında millete yutturmaya çalışmaktadır.
AKP iktidarının ülkeyi yönetemediği dönemde pek çok alanda tarihi ilkler yaşanmıştır. PKK terörünün faturası, Türkiye’ye, 40 bir can, 70 bin dul ve yetim,
bölgeden milyonun üstünde göç ve 200 milyar dolara malolmuştur. Bu son isyanın manevi yıkımlarının karşılığı ise şimdilik bilinmemektedir.
Bizim, bu ülkenin asli vatandaşı olan Kürt kökenli insanlarımızla hiçbir meselemiz olamaz. Aynı milletin insanlarıyız. Onlar bizim kardeşlerimizdir. Böyle olmaya
da devam edecektir. Bizim kavgamız ve bu araştırmanın konusu; başından beri anlatmaya çalıştığımız gibi, yabancı ülkelere alet olan, onlara mayın eşeği gibi hizmet eden, milletine ve devletine silah çeken siyasi Kürtçüler, küresel liberaller, işbirlikçiler ve onlara ortam hazırlayan siyasi iktidarlarladır.
Büyük Türk milleti, tarihi kararlarından birini vereceği o kavşak noktasında, bu karanlık gidişi durdurmalıdır. Bunu yapamadığı takdirde, Türkiye önce iki
dilli ve iki ortaklı, daha sonra da çok dilli ve çok ortaklı bir etnik-federal devlet yapılanmasına gidecektir. Bu federal yapının ardından, çatışma ve bölünme gelecek, hızla ufalanacak ve millet bütünlüğünü tamamen kaybedecektir.
Bu tehlikeli yolda ilerlemekte ısrar edenler, bu sapmanın vebalinin çok ağır olacağını bilmelidirler. Bu vebali tarih huzurunda taşımak ve siyasi bedelini de göze almak mecburiyetinde kalacaklardır.
 
Büyük Türk milleti, tarihî ve kültürel kökleri itibariyle ayrılık kabul etmeyen bir bütündür. Ay yıldızlı al bayrak, bağımsızlığın, hâkimiyetin, birlik ve beraberliğin
sembolüdür. İstiklal Marşı, bu şerefli mücadelenin kahramanlık destanıdır ve o günlerin aziz ve mukaddes bir hatırasıdır. Türk milletinin millî birlik ve bölünmez
bütünlüğünün dayandığı temeller, tek millet, tek devlet, tek bayrak, tek dil ve eşit birey ülküsüdür. Bu devletin başkenti Ankara, dili Türkçe, bayrağı ay yıldızlı
al bayraktır.
 
AKP ve yandaşlarıyla fırsat ve çözümler çerçevesinde çare arayanlar bilmelidirler ki bunun yegâne yeri Türk milleti ve Türkiye’dir. ABD-AB-İsrail çizgisi ile
Erbil, Washington, Brüksel ve Erivan değil, Ankara’dır.
Musul’da, Kerkük’te, Telafer’de, Tuzhurmatu’da, Golan tepelerinde, Karabağ’da ve Doğu Türkistan’da yaşanan katliamlar karşısında, o partinin Meclis Grubu’nda
salya s… gözyaşı dökenler, kıllarını kıpırdatmadılar. İHH’yı harekete geçirmediler. Bağdat’taki katliama seyirci kaldılar. Conilerin tasallutundan kurtulmak için Irak’tan kaçıp Ürdün çöllerine sığınan genç kızları ve kadınları sermaye olarak pazarlayanlara karşı seslerini hiç çıkarmadılar.
 
Ulu babalarımız, atalarımız, bu toprakları büyük Türk milletine vatan yapanlar, Birinci Cihan Harbi’nde toprağa düşenler, Milli Mücadele yıllarında uçmağa
varanlar, özellikle 1970’li yıllardan itibaren bu millet, bu vatan, bu bayrak ve bu devlet için şehit olanlar ve gaziler, rûz-ı mahşerde hesap soracaklardır. Bu topraklar Moğol istilasını da, İngiliz istilasını da gördü. ABD-İngiliz-İsrail ve yerli işbirlikçilerini ise şimdilerde görüyor.
 
Meşhur bir söz vardır: Yel kayadan ne alır?
 
Biz bu araştırmada yeni bir gerçeği keşfetmedik. Yalnızca bilineni ve yaşananları, büyük Türk milletine ve onun ümidi olan gençlere bir kere daha hatırlatmaya
çalıştık. Türk gençliğinin kulağına küpe yapması gereken bir sözle bitirelim:
Türk evladı, devletine bağlı milletine sadık olur.
 
TÜRKİYE NE YAPMALI
 
Tırmanışını sürdüren ve tehlikeli hale gelen PKK terörüne karşı acilen yapılması gerekenler şöyle özetlenebilir:
 
Giriş
 
Ülkemizin birlik, bütünlük ve huzurunu tehdit eden “terör”e karşı, ortaya “Açılım” adı verilen bir proje konmuştur. Siyasi iktidarın içeriğini kendisinin
belirlediğini iddia ettiği, ama gerçekte, örgüt istekleri ve Büyük Ortadoğu Projesi çerçevesinde hazırlandığı anlaşılan bu proje, toplumda şiddetli tartışmalara yol
açmıştır. Özellikle Türk Milletinin kimliğine, egemenliğine ve bütünlüğüne karşı unsurlardan oluştuğunun görülmesi, mevcut gerilimi daha da tırmandırmış, bölünme ve çatışma ortamını had safhaya getirmiştir.
 
Ayrıca PKK’yı cesaretlendirdiğine, saldırıların yurt sathına yayıldığına ve kamuoyunun gözü önünde devletimizle pazarlığa kalkışıldığına şahit olan
halkımızın kuşkuları artmış, bu “Açılım”a, “PKK” veya “Yıkım projesi” adını vermiştir.
 
Bu gelişmelerden derin endişe duyan bizler, Milli Düşünce Merkezi olarak, milli birlik, bütünlük ve huzuru bozucu unsurları etkisiz hale getirmek amacıyla,
ilkeler bazında bir “Demokratik Milli Plan” hazırlamış bulunuyoruz.
Bu Plan; Türk Milleti’nin bütünlüğüne ve birliğine, vatandaşların eşitliğine ve can güvenliğine, Anayasa ile tesis edilmiş olan hukuk düzeni ve Devletin
egemenliğine dayandığı için “Demokratik” ve “Milli” karaktere sahiptir.
Böylece milletimizin önüne, biri bölücülüğe evet diyen “PKK” veya“yıkım” projesi, diğeri egemenliğimize, bütünlüğümüze ve huzurumuza evet diyen “Demokratik Milli plan” olmak üzere, iki seçenek konmuş oluyor.
 
Bu iki seçeneği, Türk Milletine hizmet etmek isteyen insanlarımızın takdirlerine sunuyoruz.
 
DEMOKRATİK MİLLİ PLAN
 
Amaç, bölücü terör saldırısına uğrayan ülkemizi savunmak ve bu beladan kurtulmaktır. Bunun için, terör saldırısına uğrayan her ülke kendini nasıl savunuyorsa, esas itibarıyla bizim yapacağımız da bundan ibarettir. Başka bir ifadeyle, Amerika’yı yeniden keşfetmek değildir.
Devletin bu görevi yerine getirebilmesi için, her şeyden önce, kanun hakimiyetini sağlayacak, ülkenin bütünlüğünü, vatandaşın can ve mal güvenliğini teminat
altına alacak bir plana ihtiyacı vardır.
 
Bunun için önce, temel esasları gösteren makro planda hazırlanmış bir politikanın belirlenmesi gerekmektedir.
 
Bu makro politikanın esasları şöyle olmalıdır;
 
1. Makro Politika, devletin bütün uzman kuruluş ve elemanları tarafından hazırlanmalı.
2. Devletin terörle mücadelede birinci derecede görevli kurum ve kuruluşları, merkezi bir yapıya kavuşturmalı.
3. Devletin mevcut milli siyaset belgesiyle uyumlu olmalı,
4. Bölücü terörü iç ve dış, bütün unsurlarıyla birlikte ele almalı, özellikle BOP’un amaçları dikkate alınarak, iyi irdelenip her zaman kontrol edilebilir olmalı.
5. Her türlü düzenleme ve açıklama, devletin kuruluş esaslarına uygun olmalı; özellikle milli/ulus devlet, (tek dil, tek millet) üniter yapı ve eşit vatandaş
kimliğine dayalı temel hukuk düzenine dayanmalı.
6. Komşularımıza, bilhassa Barzani ve Talabani'ye net ve kesin bir uyarı yapmalı, sorumlu oldukları bölgeden gelebilecek terör saldırılarına, anında ve misliyle cevap verileceği gösterilmeli, ülkemize zarar verenlere ve hamilerine bunun bedelinin ödettirileceği kesin bir dille anlatılmalı, milletlerarası hukuka göre her hakkımızın kullanılacağı vurgulanmalı.
7. Özellikle sınır bölgelerimizde, ülkemizin bütünlüğünü, vatandaşlarımızın can ve mal güvenliğini tehdit edecek hiçbir terör unsurunun bırakılmayacağı gösterilmeli.
8. ABD, AB ve ilgili görülen ülkelerin dikkatleri etkili bir biçimde çekilmeli.
 
HUKUKİ VE İDARİ TEDBİRLER
 
1. Bölücü terörün 25 yıldır sürdüğü, bu olağanüstü sorunun, olağan yönetim ve yöntemlerle çözülemeyeceği dikkate alınarak, gerektiğinde Olağanüstü Hal idaresi ilan edilmeli.
2. Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne karşı işlenen terör suçlarına idam cezası yeniden getirilmeli, kesinleşmiş idam cezalarının,
TBMM dahil hiçbir mercie gönderilmeden, doğrudan infazı yapılmalı.
3. Son yıllarda, “demokratikleşme” bahanesiyle bozulan hukuk alt yapısı gözden geçirilip, demokratik ülkelerdeki örnekler dikkate alınarak yeniden düzenlenmeli.
4. Güvenlik güçlerinin yetkileri ve imkanları, demokratik ülkelerin tecrübelerinden de yararlanarak ihtiyaca göre artırılmalı.
5. Devletin iç ve dış istihbaratı, acilen kuvvetlendirilmeli ve bu alanda kurumlar arası işbirliğine önem verilmeli.
6. Bütün ülkede, özellikle de terör bölgelerinde, kanun hakimiyetinin, can-mal güvenliğinin sağlanmasına öncelikli önem verilmelidir. Bu amaçla, en
tecrübeli devlet kadroları bu bölgelerde görevlendirilmeli ve toplumun devlete güveninin artırılmasına özel önem verilmeli.
7. İmralı mahkumunun cezaevinden terör örgütünü yönetmesine izin verilmemeli, Fransa'nın Carlos'a (çakal), İtalya'nın Ağca'ya yaptığı gibi, ancak
özel zamanlarda özel izinle görüşülen mahkumiyet statüsünde tutulmalı, aynı durum diğer terör suçlularına da uygulanmalı, teröristbaşının talimatlarını taşıyanlar cezalandırılmalı.
8. Terörle mücadele, özel eğitimden geçmiş profesyonel elemanlarla yapılmalı, bunlar güvenlik güçlerinin emir-komuta sistemi içinde olmalı ve
koruculuk sistemi rehabilite edilerek güçlendirilmeli.
9. Mahkemece kapatılan partilerin yerine, aynı amacı güden, bu parti yönetici ve üyelerinin katıldığı yeni parti kurulmasına izin verilmemeli, İspanya
örneğinde olduğu gibi.
10. Suçluların ve kanun kaçaklarının, yabancı ülkelerde barınma imkanı bulamaması için uluslararası hukuka göre yapılmış olan suçluların iadesine dair
anlaşmaları işlerlik kazandırılmalı, buna uymayan devletlere aktif diplomatik baskı yapılmalı, icabında bu durumdaki kaçakların yakalanıp yurda getirilmesi
sağlanmalı.

HALKIN AYDINLATILMASI VE EĞİTİM
 
1. Bölücü terör konusunda toplum objektif bir şekilde; tarihi veriler, ilmi gerçekler, hukuk ve demokrasi açısından dünya örnekleri ile yeterince ve
sürekli olarak aydınlatılmalı.
2. Hukuk ve demokrasisi istikrar kazanmış çağdaş ülkelerde millet, milli/ulus ve üniter devlet, azınlık ve etnisitenin ne olduğu, bunların devlet yapısı
içinde nasıl algılanması gerektiği açıklanmalı ve halk sürekli olarak bilgilendirilmeli.
3. Bu amaçla medya imkanları başta olmak üzere, sinema, TV filmleri ve eldeki her kaynak seferber edilmeli, kardeşlik ve bir milletten olma bilinç ve
duyguları güçlendirilerek, vatandaşlarımızın zihninde terör ve bölücülük konusunda cevaplanmamış hiçbir soru bırakılmamalı,
4. Bin yıllık egemenliğimizi yıkmak için teröre başvurulmasının, emperyal sömürgeci güçlerin ve düşmanların işine yarayacağı, bu millete ihanet olacağı,
gayrimeşruluğu, insan haklarına ve demokrasiye aykırılığı, hukuki, bilimsel ve dini delilleriyle ortaya konulmalı.
5. Türkiye Cumhuriyeti’nin güçlü olduğu, emperyal güçlerin Avrupa Birleşik devletleri, Hıristiyan mezheplerinin birleştirilmesi gibi bütünleşmelerle
dünyaya egemen olmaya çalışırken, Türkiye’yi aşiretlere kadar bölüp ufak parçalara ayırmak suretiyle denetim altına almaya çalıştığı, bu amaçla aynı milletin insanlarını kendi devletiyle çatıştırıp sonuca gitmeyi planladığı, akan kanın sömürgeci güçlerin işine yaradığı tarihi örnekleriyle sürekli anlatılmalı.
6. Bugünkü durumun geçici olduğu, terör kaç yıl sürerse sürsün ve neye mal olursa olsun, devletin pes etmeyeceğinin bilinmesi gerektiği, neticede devletin
ve bu milletin kazanacağı, dünya örnekleriyle anlatılmalı.
7. Güneydoğu ve Doğu başta olmak üzere, bütün ülkede milli eğitime önem verilmeli, milli tarih bilincine ve milli kültüre dayalı, milli kimlik bilinci
kazandırıcı, dinimizin güzel ahlak ve tevhit inancına dayalı yeni bir müfredat programı hazırlanıp, uygulamaya konulmalı, kız çocuklarının eğitimine özel
önem verilmeli, Türkçenin öğretilmesi için özel kurslar açılmalı.
9. Yatılı bölge okulları yaygınlaştırılmalı, birleştirici, kardeşlik duygularını güçlendirici seviyeli bir eğitim ve öğretim yapılmasını temin için, ehliyet ve
liyakat sahibi öğretmenler görevlendirilmeli.
10. Milli Eğitim Bakanlığı, yaygın eğitim çalışmaları kapsamında, toplumun her kesiminin bilgilendirilmesi için kurslar açmalı, halkı sürekli olarak
aydınlatmalı.
 
EKONOMİK TEDBİRLER
 
1. Halkın günlük ihtiyaç ve şikayetleri öncelikle karşılanmalı.
2. Terörle mücadeleden doğan zararların tazminine ilişkin mevcut yasaya işlerlik kazandırılmalı.
3. Bölge ekonomisinin canlanmasına önem verilmeli, halka iş ve aş imkanları yaratılmalı, bu bağlamda terörün yoğunlaştığı ve kalkınmada öncelikli
bölgelere devlet eliyle Et-Balık Kurumu gibi entegre KİT’ler kurulmalı.
4. GAP’ın, bekleyen projelerinin ve özellikle sulama kanallarının yapımı hızla tamamlanmalı.
5. Kamu arazileri ile temizlenen mayınlı araziler, muhtaç çiftçiye işleyebileceği miktarda dağıtılmalı. Dağıtılan toprakların miras yoluyla bölünmesini önlemek için yasal düzenleme yapılmalı, belli bir süre için satış yoluyla el değiştirmesi engellenmeli.
6. Terörle mücadelede şehit olanların birinci derecedeki yakınlarına ve bedenen çalışamayacak duruma düşmüş gazilerimize, oturabilecekleri birer konut
verilmeli, bu durumda olanlara rahatça yaşayabilecekleri kadar emekli maaşı bağlanmalı.
 
ÖRGÜT PROPAGANDASINA İZİN VERİLMEMELİ
 
1. Teröristlerin, bölücülerin ve yandaşlarının, kitle gösterilerine asla izin verilmemeli, toplum üzerinde, sindirici, yönlendirici etki yapmasına müsaade
edilmemeli. (İngiltere ve İspanya’da olduğu gibi)
2. Bölücü terörün, silahtan da tahrip edici olan her çeşit propagandası kesinlikle önlenmeli. (İngiltere ve İspanya’da olduğu gibi
3. Bölücü terör örgütü ve yandaşlarının iletişim araçlarını kullanmalarına, beyanat vermelerine, flamaları ve renkleriyle propaganda yapmalarına ve
elebaşlarının fotoğraflarının yayınlanmasına mani olunmalı. (İngiltere ve İspanya gibi)
4. Avrupa’nın ve AB’nin, siyasi, ekonomik, psikolojik propaganda ve her türlü lojistik üs olması mutlaka önlenmeli, (Avrupa’da 5 milyon insanımızın
varlığı bu konuda çok büyük bir imkan olarak görülmelidir.)
 
ÖRGÜTLE AYNI TERMİNOLOJİ KULLANILMAMALI
 
1. Bölücü terör örgütüyle aynı terminoloji kullanılmamalı. Çünkü; örgüt ve yandaşları, siyasi sisteme ırkçı bir açıdan baktıklarından, Millet bütünlüğümüze, egemenliğimize ve temel kavramlara tamamen farklı anlamlar yüklemektedirler. Bunun için bütün güzel kavramlar çarpıtılmakta, dönüp, dolaşıp bir tek anlama, devletin bölünmesi anlamına getirilmektedir.
 
Mesela; örgüte göre demokrasi, bütün dünyanın kabul ettiği gibi, insanların eşitliği değil, etnisitenin ırkların eşitliği demektir. (Bu ne demekse ve nasıl
sağlanacaksa.) Böyle olunca da, Türk ırkı (Millet inkar edilerek) ile Kürt ırkı (sanki ayrı bir millet varmış gibi) eşit olacağına göre, devlet niçin bölüşülmüyor deniliyor.

Demokrasiden Anladıkları bu.
 
Analar ağlamasın, akan kan dursun sloganı da aynı kapıya çıkıyor. Burada PKK; isteklerimi kabul edip, devleti bölüşürseniz, analar da ağlamaz, kan da
akmaz. Yoksa devam eder diyor. Yani; 1984’de Şemdinli-Eruh saldırısıyla akmaya başlayan kan, bundan sonra da akmaya devam eder demek istiyor. Böylece devleti de, milleti de tehdit ederek netice almaya çalışıyor.
Bu açık gerçek görülemediği için, bu sloganla ne kadar masum insanımız etkilendi ve PKK propagandasına destek oldu. Tabii siyasi iktidarın aynı
söylemi benimsemesi sayesinde.
 
Bunun için;
 
Demokrasi, özgürlük, analar ağlamasın, akan kan dursun, demokratik cumhuriyet, demokratik çoğulculuk, yerinden yönetim, esir, savaş, barış, gerilla, isyancı, silahlı güç, uzlaşma, müzakere, siyasi çözüm, demokratik çözüm, diyalog, Kürt sorunu, gibi bir kısmı tamamen uydurmaya, bir kısmı da
çarpıtmaya dayalı aldatıcı kavramlara dikkat edilmeli.
2. Aydınlarımız, özellikle de kamu görevlilerimiz ve medya çalışanlarımız; evrensel hukukun, milli kültürün ve yasaların diliyle konuşmalı; terör, terörist, terör örgütü, eşkıya, katil, kan dökücü, bölücü, demokrasi ve devlet düşmanı, emperyal oyuncak gibi kavramlar kullanılmalı.
 
SON SÖZ
 
İnanıyoruz ki; ülkemiz için son derece tehlikeli olduğu, kardeşi kardeşe düşürdüğü açıkça belli olan, Son Haçlı Saldırısı “PKK Açılımı“ ndan vazgeçilerek,
Demokratik Milli Plan, benimsenip samimiyetle uygulanacak olursa, bölücü terör en kısa sürede sona erecek, PKK yenilmiş olacaktır.

Böylece akan kan ve gözyaşı duracak, Türk Milleti yaralarını sararak huzura kavuşacak, kalkınma, zenginlik ve refah yolundaki yarışına devam edecektir.
Aksi takdirde, düşünmek bile istemeyiz, ama bu vatan üzerinde yaşayan hepimizi ufukta kara günlerin beklediğini söylemek zorundayız.
Bu düşüncelerle yetkilileri ve uygulayıcıları, içtenlikle bir defa daha uyarıyoruz.
Ayrıca Demokratik Milli Planı, Milletimizin birliği ve vatanımızın bütünlüğü yolunda araştırma yapanların, televizyonlarda, konferans salonlarında ve
diğer alanlarda konuyu tartışan düşünce adamlarının dikkatlerine ve istifadelerine sunuyoruz.

 
 MUSTAFA GÖRÜRYILMAZ
 
ARKA KAPAK YAZISI
Yemen yolu çamurdandır
Sefertası bakırdandır
Gemiciği olan bedel öder
Şehidimiz fakirdendir.

 (İstanbul - Anonim)

***

ETNİK IRKÇI BÖLÜCÜ PKK TERÖRÜNÜ DOĞRU ANLAMAK BÖLÜM 19

ETNİK IRKÇI BÖLÜCÜ PKK TERÖRÜNÜ DOĞRU ANLAMAK  BÖLÜM 19
 
 
SONUÇ
 
ABD’nin Ankara Büyükelçiliği, 12 Nisan 2010 tarihinde, yani Başbakan Erdoğan, Washington’da bulunduğu gün yaptığı açıklamada, "ABD-Türkiye ve Irak,
PKK'ya karşı eylem planında görüş birliğine vardı" dedi.
 
Açıklama Şöyleydi:
 
“Katılımcılar Üçlü Güvenlik Komitesi çalışmaları hakkında yararlı görüş alışverişinde bulundular ve PKK'ya karşı mücadele konusunda bağlılıklarını yinelediler. Bu konuda 11 Nisan 2010 tarihli üçlü eylem planı üzerinde görüş birliğine vardılar. Üçlü Eylem Planı, Komitenin gelecekteki çalışmaları ile ilgili yol gösterip PKK'ya karşı ortak çabaların uygulanması için yapılması gereken eylemleri kapsamaktadır. Katılımcılar üçlü eylem planının uygulanabilmesi için süratle çalışacakları teminatı verdiler."
 
ABD’nin açıklaması da gösteriyor ki bu araştırmanın konusu olan terör örgütü PKK tamamen tasfiye edilecek ve yerine Barzani devleti geçirilecektir
görüşü doğrudur.
 
AKP iktidarı, Sri-Lanka’da olduğu gibi, terör örgütünü tamamen yok etme yerine, toplumu silahsız bölücülüğe razı edecek girişimlere başlamıştır. Türkiye
Kürdistan Demokrat Partisi, Doğu Devrimci Kültür Ocakları ve nihayet PKK’nın aynı çizgideki isteklerini, masum hale getirecek ve bunları demokrasi adı ile
maskeleyecek sinsi bir siyaset izlemektedir. Yıllardır on binlerce masumun canına, malına ve huzuruna kasteden bölücü talepler olan federasyon, ayrı bayrak, ayrı eğitim dili, ortak kurucu halk, çokluklar devleti ve nihayet ayrılma gibi kavramların açıkça söylenmeye başlaması, büyük Türk milletini bekleyen tehlikenin boyutlarını ortaya koymaktadır.
 
Bazı kişiler, Türkiye’de sergilenen oyunda görev dağılımı yapmışlar ve Kürt sorunu adıyla ortaya bir fitne atmışlardır. Bu fitne, siyasi Kürtçülerin silahlı propaganda birliği olarak görev yapan PKK’nın hedeflerine tamamen uygun düşmüştür. Güroymaklı Gül ve Güneysulu Tayyip’in başını çektiği ve siyasi iktidarın taşeronluğunu yaptığı bu projenin ara durakları şunlardır:
 
* ABD-AB-İsrail ile yapılan gizli ve örtülü pazarlıkları hayata geçirme,
* Bebek katili İmralı mahkûmu hakkında verilen idam cezasını kaldırma,
* Türk milletine hakaretler yağdıran Iraklı aşiret reisleri ile kucaklaşma,
* Bölücülerin isteklerine uygun Anayasa değişiklikleri,
* Türkiye’yi etnik esaslara dayalı olarak yapılandırma.
 
Bu gelişmeleri hazırlayanların başındaysa yaşananları doğru teşhis edemeyen ve bunun için hiçbir gayret göstermeyen gövdesi içeride beyni dışarıda bulunan
ve kendilerine elit ya da aydın denilen okumuş yazmış yarı cahil çevreler gelmektedir. Bu durumu fırsat olarak gören ve kontrolünde tutmak isteyen bölücülerle bu projeye yardım ve yataklık etmeyi adeta bir görev olarak kabul eden sözde aydınlar da kazma kürek ekibinde yer almışlardır. Bu çevreler, siyasi iktidarla elele vermişler ve büyük Türk milletine karşı bilerek, isteyerek, taammüden, arzu ve büyük bir iştahla şer cephesi kurmuşlardır. Sanayi, ticaret ve mali finans çevreleriyle mütareke basını ve medya kuruluşlarının katıldığı bu şer cephesine, emir almaya alışmış ve güce teslim olmayı marifet sanan partizan bürokratlar da siyasi iktidardaki teslimiyetin çekim alanına girmişlerdir. Bütün bu çevreler ABD-AB-İsrail’in yönettiği işbirlikçi yörüngenin elemanları haline dönüşmüşlerdir.
 
İçişleri Bakanlığı’nın başlattığı çalıştay, siyasi iktidara destek veren her kesimden insanlarla sürdü. Bundan sonra da sürecek. Nitekim Erdoğan, İstanbul’da,
sporcular, şarkıcılar, yazar-çizerler, sinema oyuncuları vs gibi toplumun her kesiminden insanlarla konuya ilişkin görkemli toplantılar yaptı. O toplantılarda, bütün ömrünü, bu ülkenin maddi ve manevi değerlerine, yani Türk milletine, Türk bayrağına, Türk vatanına, Türklerin inandığı Allah’a ve İslam dinine, Gazi Mustafa Kemal Paşa’ya ve Türk askerine söverek, hakaretler ederek ve her fırsatta saldırarak geçirmiş, hayatlarını bu işlerden kazanmış sanatçı olarak ilan ettiği insanların ne kadar iyi ve örnek alınacak vatandaşlar oldukları anlatıldı. Siyasi iktidarın şemsiyesi altına alınmış bulunan birtakım tarikatlar, İslami ekoller, cemaatler gibi çevrelerin ileri gelenleri ile aralarında AKP milletvekilleri nin de bulunduğu bazı ekipler kurdular. Bunlar 2010 yılının bahar aylarından itibaren Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesinde ikna turlarına çıktılar. Oralardaki şeyhler, ağalar ve ileri gelenleri ziyaret ederek, Kürt açılımı için destek istediler. AKP iktidarı ve arkasındaki güçler, kamuoyunu ikna ettiklerine karar verdikleri anda da aşağıda sunacağımız programı kısa-orta-uzun bir zaman dilimine yayarak, Kürt açılımını, hazmettire hazmettire uygulayacaklarını açıkladılar. Demek ki birileri bu işin artık bittiğine inanmaya başlamıştır. Hazmetmenin nihai hedefi de terörist başının tahliyesi ve Barzani’nin bir
devlet sahibi olması mıdır acaba?
 
Türkiye Kürdistan Demokrat Partisi ile Devrimci Doğu Kültür Ocakları döneminden beri sistemli bir şekilde ve her fırsatta açıkça ifade edilen ayrılıkçı siyasi Kürtçülük hareketinin istekleri, adım adım hedefe ulaşmak üzeredir. ABD, kendisinin kurduğu ve adına El Kaide dediği hayali bir terör örgütünü, Bush ve Obama’nın deyimiyle yenmek için varını yoğunu ortaya koymaktan geri kalmayacağını defalarca söylemiştir. PKK’nın ortak düşman olduğunu da dile getiren ABD, NATO üyesi olan bir ülkenin toprak bütünlüğüne saldırı karşısında önceleri sessiz kalmayı tercih etmiş, ardından da terör örgütünün iplerini tamamen eline almıştır.

Peki, neden? Neden olacak, zamanında bu planı yapanlar Türkiye’nin dostu ve müttefiki olan başta ABD olmak üzere İngiltere-İsrail ittifakıdır da ondan.
Bu planı da yine onlar uygulamaya koymuştur. İçeride de bu planı uygulayacak siyasi heyetleri ve yönetimleri işbaşına getirmişlerdir.
 
Dış güçlerin, Batılıların ve yerli işbirlikçilerin Türkiye ve Ortadoğu üstüne yaptıkları planlar özetle şöyledir:
 
a. AKP, 12 Haziran 2011 milletvekili seçimlerinden sonra yeni bir Anayasa yapacağını ilan etmiştir. Yeni düzenlemede, Anayasadan Türk kelimesi
çıkarılacak, Başlangıç bölümü ve ilk üç madde kaldırılacaktır. Devlet teşkilatı ve mevzuattaki bir millet esasına göre tanzim edilmiş olan milli devlete ait bütün
unsurlar ayıklanacaktır. Böylece Türk devleti, etnik temelli eyalet, özerk yönetim, federasyon ve konfederasyon şeklindeki tanımlara açık hale getirilecektir.
 
b. Ülkemizde yaşayan ve Türk Milletinin bir parçası olan Kürt kökenli vatandaşlarımıza 2015 yılına kadar özerklik verilecek. Almanya’nın eski Başbakanı Helmut Shröder, şaka yollu da olsa “Sivas’ın doğusunu bırakın sizi AB’ye alalım.” demişti. Başbakan Erdoğan da bu Sivas’ın doğusu sözünü son yıllarda sıkça telaffuz etmeye başlamıştı. Kurulacak olan etnik özerk yönetimin batı sınırı Sivas’ın doğusundan itibaren başlayacak. 2011 yılının sonuna doğru bebek katili Abdullah Öcalan cezaevinden çıkacak ve ev hapsine alınacak. 2015 yılında da özerk yönetimin başına geçecek.
 
2015 yılından sonra da Kuzey Irak’taki Barzani kukla devleti, Türkiye ile federasyona gidecek. Bu federasyona Suriye ve Lübnan da katılacak. Böylece
Türkiye, “Yeni Osmanlı” devleti haline dönüşecek. Batılı ülkelerin dayatması sonucu kurulacak olan bu federasyon, 2023 yılından sonra tıpkı siyasi etnik Kürtçülük ve PKK olayında olduğu gibi, şartları oluşturularak, ayrılma sürecine girecek. Türkiye’de özerklik verilmiş olan bu etnik Kürt yönetimi, Barzani kukla devleti, Suriye ve İran’dan koparılan özerk bölgelerle birleşerek, böylece Bağımsız bir büyük Kürdistan kurulmuş olacaktır. 2025 yılından sonra gerçekleşecek olan bu süreçte, Barzani kukla devletinin Türkiye ile kurduğu federasyona son verilecek.

Sonuçta, Türkiye’den ayrılarak bağımsızlığını ilan etmiş bu devlete, Dicle Irmağının doğusundan İran’daki Urmiye gölü arasında kalan topraklarla Kuzey
Irak’taki Süleymaniye ve Selahattin şehirleri bırakılacak.
 
c. 2015 yılından sonra İstanbul’da, Roma’daki Vatikan benzeri bir Fener Rum Patrikliği Devleti kurulması için harekete geçilecek. Bu devlet 2020 yılından itibaren bütün dünya tarafından tanınmış olacak.
 
d. İstanbul’daki Fener Rum Patrikliği Devleti’nin bağımsızlığı için başlatılan girişimlerle eş zamanlı olarak sıra Büyük Ermenistan’ın kurulmasına gelecek.
Takvim, 2015 yılından sonra hızlı bir şekilde işleyecek, Anayasasında “Batı Ermenistan” olarak bahsi geçen bölge, savaş ve soykırım tazminatı olarak
Ermenistan’a verilecek.
 
e. “Yeni Osmanlı” devleti bu yolla dağıtıldıktan sonra, Doğu Karadeniz dağlarının denize bakan kuzey kesimi, kıyı boyunca Rum Pontus devletine
hediye edilecek.
 
f. Kıbrıs’ta, 29.07.2005’de Türkiye’nin Kıbrıs Ek protokolünü imzalamasıyla, KKTC’yi kaybettiğinin hukuki zeminini hazırlamıştı. Bu protokolün TBMM
tarafından onaylanmasıyla KKTC ortadan kalkacak, Ada bütünüyle Rumların hakimiyetine geçecek. Böylece Türkiye denizlere kapalı ülke durumuna düşecek ve güneyden de kuşatılmış olacak.
 
g. Bu gelişmelerden sonra, 2030 yılından itibaren Fırat ile Dicle nehirlerinin çevrelediği bölgeye “vaad edilmiş topraklar” diyen İsrailoğullarının önü
açılmış olacak. Bu devletin Suriye, Lübnan, Kudüs ve Filistin toprakları üzerinde de hak iddia ettiği dikkate alınacak. Erbil, Musul ve Kerkük de aynı konumda
görülecek.
 
h. Türkiye, bütün bu gailelerle sarsılırken, İstanbul merkezli yeni bir oluşum meydana getirilecek. Marmara ve batı Anadolu toprakları üzerindeki bu yeni oluşum, bir federe devlet olarak ortaya çıkacak.
 
i. Türklere, İnebolu’nun batısından Ordu’nun doğusuna kadar olan Karadeniz sahil kesimi ve bu bölgeden Akdeniz’e kadar inen bir hat içinde kalan topraklar bırakılacak. (Eski lise tarih ders kitaplarında Türkiye Selçuklu Devleti’nin Alanya ve Sinop’u fethetmelerine ilişkin konular okutulurdu. Unutanlar lütfen o ders konularına bir kere daha göz atsınlar. O dönemdeki Türkiye Selçuklu Devleti’nin haritasına baksınlar. Ey şanı büyük Türk Milleti, işte o haritadaki topraklar size bırakılacak. Bu da gerçekten büyük bir lütuf (!)

ABD-AB-İsrail, daha açık ifadesiyle Haçlılar ittifakı böyle düşünüyor, bunu hesaplıyor, bunu istiyor. Bu projeler, elbette onların hesabıdır. Türk milleti bu azgınlığa hiçbie şekilde müsaade etmeyecektir. Çok şükür ki, buna gücü de yetecek, hatta artacak kadar vardır. Yeter ki, bu iblisane planların farkında olsu ve uyansın.
Biz mübarek Türk Milleti ve aziz vatanımız üzerinde oynanmak istenen oyunları, özetle de olsa bu maksatla açıklıyoruz. Bu büyük millet bin yıldır ne Haçlı seferleri gördü.

Bunlara ilave olarak, inanıp iman etmişiz ki, zalimlere karşı Allah’ın da bir hesabı var. Ancak onu, biz yaratılmışlar elbette bilemeyiz.

Böyle bir tarih ve coğrafya çizilemez, bu mümkün değildir diyenlere iki çift sözümüz var: Düşmanlıklar ne kadar kavi olursa olsun, fark edip tedbirini alırsak, bie bir şey yapamaz. Ama tarihte örnekleri olduğu gibi uyursak, bize bir şey olmaz dersek, istemediğimiz çok şey olur.
Koca Osmanlı, böyle bir gafletin sonunda dağılmadı mı?
Uzağa gitmeye gerek yok, şu bölücü terör karşısındaki gaflete bakalım yeter. 1984 yılında bazı devlet yetkilileri PKK için üç beş eşkıya demişti. Daha sonra
terörle silahla bir yere varılamaz şarkıları söylenmeye başlanmıştı. 1999 yılının sonunda terör eylemleri bitme noktasına gelmişti. Fakat 2003 yılından bu yana gelinen nokta ortadadır. AKP iktidarı dönemine baktığımız zaman bu planların başarıya ulaşıp ulaşmayacağını hep birlikte göreceğiz. Gerçi bu planı sömürgeci emperyalistler yapmışlar ve uygulamaya koymuşlardır. Bir kere daha hatırlatıyoruz, Türk milleti ise henüz son sözünü söylememiştir.

Türkiye, 2003 yılından Irak’ın işgali ve AB ile müzakere adı altında dünya güçlerinin dayatmalarına maruz kalmıştır. Teslimiyetçilik başarı,taviz tedbir olarak takdim edilmiştir. Türk milletinin ve Türk devletinin bekasını ilgilendiren vahim gelişmeler yaşanmıştır. Bu yıllar, cihan devleti Osmanlı’nın yıkılış dönemindeki yaşananlarla benzerlikler gösteriyor. Cumhuriyetin temel dayanakları olan millî devlet ve üniter yapının tasfiye edilmesi ve Türk milletinin kimliğinin elinden alınması için harekete geçilmiştir. Ülkede suni azınlıklar oluşturulmasına ve alt kimliklerin sivriltilmesine çalışılmıştır.
 
Türkiye’de toplumun yapısını bozmak için çıkarılmış olan terör, karmaşa, tartışma, çatışma ve kutuplaşma, sürekli hale getirilmiştir. Bu durumun
planlayıcıları ve uygulayıcıları, projelerinin sağlıklı yürütülmesi için yoksulluğu artırmışlar, bozuk olan gelir dağılımını daha da bozmuşlardır. Bunun sebep olduğu bunalımları fırsata dönüştürmek isteyen çevreler, Türkiye'nin güvenliğine, millî çıkarlarına ve millî bünyesine yönelik saldırıları artırmışlardır.
Hayat şartlarının giderek ağırlaştığı bu iktidar döneminde, bölücü ve etnik tahrikler tırmandırılmış, iç huzur bozulmuş, kardeşlik ve dayanışma ruhu yara almıştır. Büyük Türk milleti ve Türk devleti tuzaklarla dolu sancılı bir döneme doğru hızla itilmiştir. ABD-İsrail-Avrupa âşıkları, adına aydın dedikleri işbirlikçiler, yandaş medya mensupları ve teslimiyetçi ruh taşıyan siyasetçilerle satkın ve ajan cemaatçiler, aynı zeminde buluşmuşlardır. Bunlar, Türkiye'nin geleceğini, kimliğini, birliğini ve bütünlüğünü tahrip edebilmek için fiilî bir ittifak kurmuşlardır. Bu ittifakın ortak özelliği, Türk milletinin ve Türk devletinin millî ve üniter yapısından duydukları rahatsızlıktır.
 
Bu mandacılar, Türk tarihini karalamak, terörle elde edemedikleri sonuçları siyasi yollardan sağlanmak, millî değerleri aşağılamak ve millî kimliği parçalamak için kampanyalar düzenlemişler ve kumpaslar kurmuşlardır. Bu çevreler, düzenledikleri karartma ve karalama kampanyalarıyla millet ve devlet hayatının maddi ve manevi bütün güvenlik ve direnç merkezlerine saldırmışlar dır. Milletin hukuki, kültürel ve sosyolojik koruma duvarları ve tarihî dokusunu birer birer aşındırmışlardır.

Bu çabaların maksadı, Türk milletinin atalarından şüphe duymasını ve gelecek endişesine kapılmasını sağlamak, özgüvenini sarsmak, kimlik bunalımı yaşamasına yol açmak, fert ve toplum olarak şahsiyetsiz ve öz değerleriyle sıkıntısı olan çaresiz ve yılgın bir toplum haline getirmektir.
AKP iktidarı döneminde, devleti temsil eden en üst makamlardan, hükümete ve oradan işbirlikçi seçkinlerin çetelerine kadar geniş bir teslimiyetçi grup meydana
gelmiştir. Toplumda oluşturulmak istenen tepkisizlik çabaları, medya organları üzerinden yapılmıştır. Bölücü emeller, tahrikler ve hayaller, demokratikleşme ölçüsü olarak sunulmuştur. Türkiye’de millî hassasiyetlere sahip çıkmak, millî birlik ve kardeşliği savunmak ayıplanmıştır. Bu değerler, çağdışı ve ilkel bir tepki olarak gösterilmiştir.
 
ABD-AB merkezli bazı kuruluşların ve onların içerideki uzantılarının Türkiye'ye dayatmak istedikleri BOP, AKP iktidarı döneminde uygulamaya konulmuştur.
Bölücü terör örgütü PKK'nın silahlı propaganda ve sindirme yoluyla ortaya koyduğu istekler, demokratik çözüm adı altında siyasi yollarla Türkiye’nin önüne
çıkartılmıştır.
 
Bu dönemde Türkiye’de, etnik bölücülük meşru bir siyasi amaç halini almıştır. Siyasi Kürtçülük hareketi, terör örgütü PKK’nın hayallerinin bile ötesinde zemin
bulmuş, para, statü ve itibar kazanmıştır. Kutuplaştırılan Türkiye, sorunlu bir ülke haline getirilmiş, kamplara bölünmüş, milleti ve devleti dizüstü çökertme planları yapılmıştır. Etnik anlamda bölünme, inanç alanında cepheleşme, mezhep farklılığına bağlı ayrışma ve devletin ana ilkeleri çerçevesinde tahribat, bütün hızıyla sürmüştür.
 
Özellikle 22 Temmuz 2007 tarihinde yapılan seçimden sonra, eli kanlı terör örgütü PKK’nın siyasi zemine çekilmesi için yürütülen çabalar yoğunlaşmıştır. Bu
dönemde silahlı etnik bölücülüğe hukuki zemin kazandırılması hedeflenmiştir. Milletin bu oyuna göstereceği tepkinin azaltılması amacıyla da siyasette ve
toplumun her kesiminde ciddi bir beyin yıkama metodu uygulanmış, altyapı hazırlama çalışmaları yürütülmüştür.
 
Şimdi gözler, bebek katili terörist Öcalan’ın hürriyetine kavuşturulacağı tarihe çevrilmiştir. Bu tarih 2015 yılı mı yoksa 2011 yılının son ayları mı olacaktır?
Türkiye’de bazı çevreler bu tarihi şimdiden tartışmaya bile başlamışlardır.
İktidar sahipleri, devlet yetkilileri ve sorumlu mevkidekiler, fırsatların değerlendirilmesi ve siyasi çözüm bulunması adıyla propaganda yapmışlar ve bu
propagandanın özünde bulunan demokratik açılım için AKP ile PKK terör örgütü ve siyasi Kürtçüler arasında bir yarış başlamıştır. Türkiye ile görülecek hesabı olan her devlet, her millet ve her zihniyet, Türk milletine bedel ödetmek için sıraya girmiştir.
 

***