3 Şubat 2024 Cumartesi

DOĞU PERİNÇEK'E MUHALEFET EDENLER NEDEN ÖLÜYOR.

 


DOĞU PERİNÇEK'E MUHALEFET EDENLER NEDEN ÖLÜYOR.





    DOĞU PERİNÇEK'E MUHALEFET EDENLER NEDEN ÖLÜYOR.


ÖZGÜR ERDEM 
05/07/2015
 


Ölümleri şüpheli karşılanan diğer Perinçek muhalifleri: (soldan sağa) Bora Gözen, İbrahim Kaypakkaya, Gani Bozarslan, Hasan Yalçın.

 Doğu Perinçek’in dayısının oğlu, 40 yıllık parti arkadaşı, avukatı ve Silivri’deki hücre arkadaşı Emcet Olcaytu 25 Haziran 2015’te vefat etti. 

 Perinçek muhalifti diye kuzeni Emcet Olcaytu’nun cenazesine bile katılmadı Doğu Perinçek’in dayısının oğlu, 40 yıllık parti arkadaşı, avukatı ve Silivri’deki hücre arkadaşı Emcet Olcaytu 25 Haziran 2015’te vefat etti. Ölüm nedeni olarak yapılan açıklama kalp krizi ve ardından solunum yetersizliği.

 Bu açıklamaya rağmen Emcet Olcaytu’nun ölümü “şüpheli” olarak değerlendirildi, çünkü Olcaytu ile Perinçek arası son dönem bozulmuştu. Emcet Olcaytu özellikle sosyal medyada facebook hesabında Perinçek’e muhalefet yürütmeye başlamıştı. Perinçek’i partiyi “tek adam” olarak yönetmekle suçlayan Olcaytu, 7 Haziran seçimlerinde Vatan Partisi’nin yaşadığı %0.33’lük hezimetin sorumlusu olarak da Perinçek’i işaret etmişti.

Yazımızda Emcet Olcaytu’nun SON YAZISI AŞAGIDADIR..

 Emcet Olcaytu’nun ölümünden bir hafta önce yazdığı yazı.., 

''  Perinçek Partiyi Tek Adam Partisi ’' haline getirdi..,

 İŞTE O YAZI ;

2002 seçimlerindeki hezimetten itibaren bunu görmeliydim...                                  Ne var ki ancak 2007 seçimlerinden sonra yanlışlarımızı görmeyebaşladım. 2007 seçimlerinden sonra bir  değerlendirme toplantısında Kadıköy ilçede Ferit İlsever’le tartıştık. Sonra başkalarıylatartışmalarım sürdü.

Ergenekon davasında Genel Başkanın hayallerine karşı çıktım.Genel Başkan 6 ay içinde tahliye olacağını zannediyordu. O davadabir yıl boyunca bu hayalini devam ettirdi. 

Bunu bütün avukat arkadaşlar biliyor.

Zaten tututklanmasından 11 ay sonra mahkemedeki ifadesinde bunu özlü bir cümle ile kayda geçirdi. O tutanaklar, herkese açık bir vesile olursa onu da aynen  aktaracağım. Şunu da eklemeliyim. 

Ergenekon tertibinin belgelerini Fethullahçıların hazırladığını da, Ergenekon savcılarının hedefi olacağımı bile bile Aydınlık’ta ilk defa ben yazdım. (Genel Başkanın görüşüne uygun olmadığı için birçok yazı gibi bu dizi yazı da, Aydınlık’ın internet sitesinden silindi. Neyse ki Can Dündar’ın sitesinde ilk yazı duruyor.)

30 Mart 2008 tarihinden itibaren Aydınlık’ta imzalı olarak arka arkaya “Ergenekon belgelerini Fethullahçılar yazdı” başlığı ile 5 yazı yazdım. 

(Aydınlık’ın bu sayıları sahaflarda kitap fiyatına satılıyor. Bunlardan birinin fotoğrafını ekliyorum.) Genel başkan, bu tespitlerime itibar etmedi. O, savcıları ve mahkemeyi  ikna ederek tahliye olacağını zannedecek kadar iyimserdi. Mahkeme başkanı Köksal Şengün’e çok güveniyordu. Bu nedenle de Silivri’de aynı koğuşta kalırken sık sık  tartıştık. Benden başka hiçbir arkadaş, Genel Başkana karşı çık(a) madı..

Genel Başkan o dönemde partiye yaptırdığı açıklamaları, yazdığı yazıları partinin sitesinden sildirdi. Yetmedi, kendisinin hatalı görüşlerini içeren yazılarla birlikte benim yazdıklarımı da Aydınlık’ın sitesinden sildirdi.

O süreçte yönetici geçinen diğer arkadaşların kapasitelerini (!) Genel Başkan Vekili Hasan Basri’nin emireri gibi talimatlara boyun eğdiğini yakından gördüm. 

Sonunda Hasan Basri de buna daha fazla dayanamayarak istifa etti. “Oda Tv’de yayınlanan mektubu” da yalanlayamadı. Genel Başkan o konuda da gerçeğin üzerini örtmeye çalıştı. O zaman da buradan eleştirdim.

Partide kapalı kapılar arkasında yapılan tartışmalar kimseyi doğru yola sevk etmiyor. Çünkü Genel Başkan partiyi tek adam partisi haline getirdi. Partinin içinde neler olup  bittiğine dair, bir çok bilgi geliyor. Ama ben, sadece “halka açıklanan politikalar üzerinden” eleştirilerimi yazıyorum.

 Durum kısaca böyle...! (Facebook, 20 Haziran 2015, orijinali için:


-----

DEVAM EDELİM..

Perinçek’e yönelik eleştirilerine çok girmeyeceğiz. Merak eden okurlarımız facebook’ta Emcet Olcaytu’nun kişisel sayfasına bakıp öğrenebilir. Ancak Doğu Perinçek,  Olcaytu’nun 28 Haziran Pazar günü kaldırılan cenazesine katılmadı bile. 

Bu da elbette “ Şüphe” leri artırdı, bunu ifade etmeden geçemeyeceğiz.

Bu nasıl bir kindir? Sırf muhalefet yürütmeye başladı diye insan 40 yıllık partili dostu, yakın akrabası ve hücre arkadaşının cenazesine katılmaz mı?

Emcet Olcaytu bilindiği gibi Perinçek’in dayısının oğluydu. 70’li yılların başından beri Aydınlık hareketi içinde yer alan Olcaytu, bir avukat olarak da yaklaşık 40 yıldır Perinçek’in davalarına giren isimdi. İşçi Partisi’nde de 1999’dan 2010’a kadar Merkez Disiplin Kurulu üyeliğini yapmış, hatta Perinçek’in ancak çok güvendiği birisine emanet edebileceği başkanlığını da uzun bir süre yürütmüştü.

Olcaytu, 11 Eylül 2005 ile 5 Kasım 2006 tarihleri arasında Aydınlık dergisinin Genel Yayın Yönetmenliğini yürütmüştü. Ergenekon operasyonları kapsamında 28 Eylül 2008’de tutuklanmış, 11 Kasım 2010’a kadar toplam 
26 ay Silivri Cezaevi’nde kalmıştı. Bu sürede Perinçek ile aynı hücreyi paylaşmıştı. Olcaytu-Perinçek anlaşmazlığının Ergenekon davaları sırasında başladığını Olcaytu’nun facebook sayfasında yaptığı bir paylaşımdan anlıyoruz.

(Bu paylaşımı yazımızın ÜST ekinde okuyucularımıza sunduk )

Olcaytu’nun 28 Haziran 2015’te gerçekleşen cenazesine Doğu Perinçek katılmadı. Aydınlıkçı hareketin önde gelen isimlerinden de katılımın az olması dikkat çekiciydi. 

Perinçek, Emcet Olcaytu’nun ölümünün ardından tek bir satır yazı yazmadığı gibi Aydınlık ve Ulusal Kanal’ın internet sitelerinde cenazeyle ilgili haber bile yer almadı.  Halbuki, aynı gün kaldırılan Ahmet Davutoğlu’nun eniştesinin cenazesi ana sayfadan “Davutoğlu ailesinin acı günü” başlığıyla haberleştirilmişti!

 Anlaşılan Emcet Olcaytu’nun ölümü Perinçek ailesi için bir “acı gün” değildi! Ve Olcaytu’nun cenazesinin Davutoğlu’nun eniştesininki kadar bir haber değeri yoktu!  Tabii, bu durum da Olcaytu’nun ölümü üzerindeki “şüphe”leri artırdı.

Perinçek’e muhalefet yürütenlerin şüpheli ölümleri..,

Bu ilk değil... Perinçek’in siyasi hayatı devam ettiği sürece (maalesef) son da olmayacak... Ne hikmetse Perinçek’e muhalefet yürüten pek çok kişinin sonu “şüpheli” ölüm olmuştur: İbrahim Kaypakkaya, Bora Gözen, Gani Bozarslan, Hasan Yalçın...

Kısaca anlatalım...

 İbrahim Kaypakkaya:

 İbrahim Kaypakkaya, 12 Mart’tan sonra Perinçek’ten ayrılıp TİKKO’yu kurmuştu. 12 Mart cuntası tarafından yakalandıktan sonra işkencede öldürüldü.Saklandığı yerin jandarmaya Perinçekçiler tarafından söylendiği yıllardır anlatılır. Ayrıca o dönem Perinçek’in sağ kolu olarak bilinen Halil Berktay’ın Perinçek’e yazdığı bir mektupta İbrahim Kaypakkaya’yı öldürmeyi planladıkları anlatılır. (Bu mektup OdaTV.com’da da yayınlanmıştı. Ama ne hikmetse OdaTV. com Berktay’ın bu mektubu

Perinçek’e yazdığının üzerinde hiç durmamış sorumluluğu sadece Berktay’a yüklemişti!)

Bora Gözen:

Bora Gözen, Perinçek’in 12 Mart döneminde lideri olduğu TİİKP’nin (Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Partisi) önde gelen 5-6 isminden biriydi. 1973’te, Filistin kamplarında öldürülen 8 Aydınlıkçıdan biridir. Aydınlıkçılar saldırıyı İsrail’in düzenlediğini söyler. Ancak ilginç olan bir durum var.

Bilindiği gibi, 12 Mart öncesinde Filistin kamplarına o kadar devrimci gitmişti. Ne hikmetse

İsrail bir tek Aydınlıkçılara operasyon düzenlemişti. Ve ne hikmetse Filistin’e giden o kadar Aydınlıkçı içinde bir tek Bora Gözen’in içinde bulunduğu grup hedef olmuştu. Şüpheleri artıran bir diğer unsur ise Bora Gözen’in Perinçek’e muhalif olması. Bora Gözen’in de Perinçek’e muhalefet yürütenler arasında yer aldığı, bu yüzden Kaypakkaya grubunu desteklediği ve Filistin’den dönünce Perinçek’ten ayrılmaya karar verdiği anlatılır. Hatta başka bir söylentiye göre, Filistin’de saldırıya uğrayan 8 Aydınlıkçının tümü hareketten ayrılıp Kaypakkaya taraftarlarına katılmaya karar vermişti! 

 Gani Bozarslan: 

    80 öncesi Aydınlıkçı hareket içinde muhalefet yürütmesiyle tanınan bir şairdi. Kürtçü yazar Mehmet Emin Bozarslan’ın oğludur. Mayıs 1978’de cesedi Üsküdar sahilinde bulundu. “Gizli bilgiler” yayınlamakla övünen ve siyasi cinayetlerin failleri hakkında doğru-yanlış yayın yapmayı çok seven Aydınlık ne hikmetse “Gani Bozarslan’ın katillerini bulacağız” açıklaması yapmasına rağmen bu konuya bir daha hiç değinmedi. Katilleri bir türlü bulunamayan Gani Bozarslan’ın babası Mehmet Emin Bozarslan oğlunun ölümünden hep Aydınlıkçıları sorumlu tuttu. Hatta bu konudaki iddialarını “Kalemim Silahımdır” kitabında uzun uzun anlatır. 

Hasan Yalçın: 

Aydınlık hareketinin kuruluşundan itibaren içinde ve önde gelen yönetici kadrosu içinde yer alan Hasan Yalçın, 12 Eylül’den sonra hep muhalif çizgiyi temsil etmişti. 2002’de kalp krizinden öldüğü açıklandı. Ne hikmetse Perinçek, 40 yıllık bu yol arkadaşının ölümünün ardından çıkan Aydınlık’taki başyazısında Hasan Yalçın’dan tek satır bile bahsetmedi. Aydınlık, bir “Hasan Yalçın özel sayısı” hazırlayacağını duyurdu ama o özel sayı hiç çıkmadı. Cenazeden bir hafta sonra ise Aydınlık’ta sadece cenazeye katılanların bir listesi yayınlandı. Ne Hasan Yalçın’ı anlatan değerlendirme, ne de tanıtan bir yazı!.. Anlaşılan Perinçek de Hasan Yalçın hakkında yazmamakta ısrar etmişti ki cenazede yaptığı konuşma metni “başyazı” olarak konulmuştu! (Perinçek’in Hasan Yalçın’a gösterdiği bu vefasızlık “Doğu Perinçek’in 50 Yılı” kitabında kupürleri ve belgeleriyle mevcuttur.) 

 Sandık Cinayeti: 

Her ne kadar Perinçek ile direkt bir bağlantısı kanıtlamamış olsa da, Türkiye’de “sol içi şiddet”in ilk örneği olarak bilinen ünlü “Sandık Cinayeti”nde de Aydınlıkçıların rolü vardır. Sanıkların hemen hemen hepsi ya Aydınlıkçıydı ya da bir dönem onlarla birlikte hareket edip ayrılmış isimlerdendi. Hatta davanın firari sanıklarından birisi halen Perinçek’in genel başkan yardımcısıdır! Bütün bu ölümler ve son olarak Olcaytu’nun vefatı, Perinçek’e muhalefet yürütmek isteyenlere bir gözdağı. Perinçek partisindekilere iki seçenek sunuyor: “Ya liderliğimi kabul edin ya da çekip gidin.” Üçüncü bir seçeneğe imkan vermiyor!..

ÖZGÜR ERDEM 
05/07/2015


****


19 Ekim 2019 Cumartesi

DÜZENLEYİCİ DEVLETTEN KAPSAMLI KALKINMAYA AK PARTİ DÖNEMİ TÜRKİYE EKONOMİSİ, BÖLÜM 2

DÜZENLEYİCİ DEVLETTEN KAPSAMLI KALKINMAYA AK PARTİ DÖNEMİ TÜRKİYE EKONOMİSİ,  BÖLÜM 2

.
ON BEŞ YILLIK “ SESSİZ DEVRİM ”İN EKONOMİK KODLARI , KEREM ALKİN

14 Temmuz 2017, Cuma
KEREM ALKİN

15 Temmuz Destanı’nın ekonomik kodları,

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın ekibiyle birlikte 15 yılda gerçekleştirdiği 'devrimsel' dönüşüm, demokratik ve ekonomik reformları hayata geçirmek adına gerekli kararlılık ve inanca sahip olmanın, bir ülkeyi dünya ekonomi- politiğinde nasıl üst basamaklara çıkardığı noktasında tescillenmiş bir başarıdır. Türkiye, bu başarısı ile hem Avrasya'daki ülkelerin tümüne ilham vermektedir, hem de küresel ekonomi- politiğin yeni yükselen coğrafyası Asya- Pasifik açısından bir sıklet merkezidir. Demokrasisi ve ekonomisiyle, Türkiye'nin 'oyun kurucu' gücünü artırması, Asya-Pasifik'in önlenemez yükselişinin hızlanması anlamına gelmektedir. 15 Temmuz FETÖ darbe girişimi, Türkiye'yi felç etmeyi, uluslararası itibarını yok etmeyi, ekonomik sistemini yerle yeksan etmeyi ve Asya-Pasifik'in yükselişini sekteye uğratmayı hedeflemiş, küresel güçlerce her açıdan desteklenmiş vahşi bir operasyon; bir işgal girişimidir.
15 Temmuz Destanı'nın ekonomik kodlarını merak ediyorsanız, 2002'de ortalama yaşam standardı 3 bin doların altında, bankalarda sadece 128 milyar TL tasarrufu olan, 30 milyar dolarlık ihracatı dahi yakalayamamış, kamu mali disiplini büyük sıkıntılar içinde olan bir Türkiye'den, bugün 10 bin 800 dolar ortalama yaşam standardı, bankalarda 1 trilyon 240 milyar TL tasarrufu olan, 150 milyar dolar ihracat yapabilen, küresel ölçekte pek çok önde gelen gelişmiş ve AB ülkesinden daha güçlü ve sağlam kamu mali disiplini olan, 170 milyar dolarlık sanayi üretimi ile Avrasya'nın en iddialı üretim ekonomilerinden biri olan Türkiye'yi, Cumhurbaşkanı Erdoğan ve ekibinin bu büyük başarısını iyi analiz etmemiz gerekir. Bu verilerin tümü toplumsal düzeyde yüksek bir özgüven, güçlü bir özel sektör ve geleceğine yatırım yapan bir Türk halkı anlamına gelmektedir.
Türkiye Ekonomisi'nin sağlam temellere dayalı başarısını göz ardı eden hainler ve onların küresel destekçilerinin 15 Temmuz gecesi gerçekleştirdiği darbe ve işgal girişimi, halkımızın iman dolu göğsüne, Türkiye Ekonomisi'nin sağlam temellerine, Türk iş dünyasının başarılarla tescillenmiş özgüvenine çarptı ve un ufak oldu. Milli İrade'nin sarsılmaz gücü, tankları da, topları da, uçakları da ezdi, geçti. 15 Temmuz Destanı'nın ekonomik kodları, dünyanın önde gelen ülkelerinin dahi kaldıramayacağı ölçüde vahşi bir saldırıya rağmen, Türkiye Ekonomisi'nin yeniden yüzde 5 büyümeye dönmesinin gerekçesidir. 250 Şehidimiz ve 2900 Gazimizin tarihi fedakârlıkları adına, Türkiye'yi dünyanın ilk 10 ekonomisi arasına taşımak boynumuzun borcudur.




***

AK PARTİ HÜKÜMETLERİNİN BÜYÜME, İSTİHDAM VE REKABET GÜCÜ POLİTİKALARI, EKREM ERDEM

PDF FORMAT İÇERİĞİNDEN ALINTI YAP,
E.Erdem

AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Ekrem Erdem, "Çocuklarımız mutlaka ama mutlaka iyi bir Türkçe ve dil eğitimi almalı. Hayatta başarılı olması için bu olmazsa olmazdır"dedi. 

Erdem, AK Parti Bayrampaşa Kadın Kolları'nca, Arda Turan Sosyal Tesisleri'nce organize edilen programda Hacı İlbey İlkokulu'nun aile birliği üyeleri ve sınıf anneleri ile bir araya geldi.

Burada konuşan Erdem, kendisinin de uzun yıllar öğretmenlik yaptığını hatırlatarak, AK Parti hükümetlerinin eğitime verdiği önemden bahsetti.

Ekrem Erdem, iktidarları öncesinde en fazla bütçenin milli savunmaya gittiğini belirterek, "Artık bütçemizin en ağırlıklı kısmı; milli eğitime gidiyor. Geleceğimizi iyi icra edeceksek, sağlam ellere teslim edeceksek, öz sahibi bir ülke olacaksak yapmamız gereken ilk şey; eğitime ve genç nesle değer vermemiz, gençleri en iyi şekilde yetiştirmemizdir" diye konuştu.

Türkiye'nin genç nüfus açısından avantajlı olduğunu dile getiren Erdem, bu avantajı en iyi şekilde kullanabilmek için eğitime fazlasıyla önem vermek gerektiğinin altını çizdi.

Eğitim noktasında muhteşem işler yaptıklarını, zorunlu eğitimi 12 yıla çıkardıklarını anlatan Erdem, 4+4+4 eğitim sistemiyle öğrencileri özgürleştirerek, kabiliyetleriyle alakalı derslere teşvik ettiklerini aktardı.

Erdem, önceden çocukların kitap bulamadığı için aylarca derse başlanılmadığını kaydederek, şimdi kitapları devletin verdiğini ve ilk günden itibaren dersin işlenebildiğini ifade etti.

Öğretmen sayısını artırdıklarını, artık daha fazla değer verilen öğrencilere tablet dağıtmaya başlandığını belirten Erdem, eksikleri beraber gidereceklerini söyledi.

Genel Başkan Yardımcısı Erdem, artık çocukların kabiliyetlerine yönelik mesleklere daha fazla yönlendirildiğini, meslek liselerine daha çok önem verdiklerini bildirdi.

 "İyi bir Tükçe olmazsa olmaz"

Kendisinin Türkiye Dil ve Edebiyat Derneği Genel Başkanı olduğunu anımsatan Erdem, konuşmasını şöyle sürdürdü: 

"Amacımız kendi dilini iyi konuşabilen nesilleri yetiştirmek. Kılığımıza kıyafetimize ciddi harcamalar yapıyoruz ama dilimize, edebiyatımıza, sanatımıza çok fazla yatırım yaptığımızı söyleyemeyiz. Kaldı ki insanın değeri, dili kadardır dili.

İnsanlar kılığıyla kıyafetiyle karşılanır ama sözüyle değerlendirilir. Bu yüzden çocuklarımız mutlaka ama mutlaka iyi bir Türkçe ve dil eğitimi almalı. Hayatta başarılı olması için bu olmazsa olmazdır. Kendi dilini bilmeyen bir öğrencinin hayatta başarılı olması mümkün değil. Bu konuda çalışmalar yapıyoruz."

"F" klavyenin Türkçe'ye uygunluğuna ve kullanım kolaylığına da değinen Erdem, "F" klavyenin kullanılmasını önerdi.

AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Ekrem Erdem, 7 Haziran'da yapılacak seçimleri de hatırlatarak, "Bu seçimde anlattığımız güzelliklerin devamı, çocuklarımız, geleceğimiz, engellilerimiz, Bayrampaşamız için sizden destek istiyoruz" dedi.

***

DÜZENLEYİCİ DEVLETTEN KAPSAMLI KALKINMAYA AK PARTİ DÖNEMİ TÜRKİYE EKONOMİSİ, BÖLÜM 1

DÜZENLEYİCİ DEVLETTEN KAPSAMLI KALKINMAYA AK PARTİ DÖNEMİ TÜRKİYE EKONOMİSİ, BÖLÜM 1


AK PARTİNİN 15 YILI EKONOMİ

NURULLAH GÜR, 
SADIK ÜNAY, 
ŞERIF DİLEK
SETA

Nurullah Gür


2006 yılında Marmara Üniversitesi İngilizce İktisat Bölümü’nden mezun oldu. Aynı bölümden 2008 yılında yüksek lisans derecesini aldı. Doktora derecesini 2012 yılında University of Essex’den aldı. Gür halen İstanbul Medipol Üniversitesi Ekonomi ve Finans Bölümü’nde öğretim üyesi olarak çalışmalarına devam etmektedir. Ekonomik gelişme, finans-reel sektör ilişkisi ve uluslararası politik iktisat alanlarında çeşitli uluslararası dergilerde yayınları bulunmaktadır. 


Sadık Ünay


Boğaziçi Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde lisans (1997), İngiltere’deki Manchester Üniversitesi’nde uluslararası ekonomi politik alanında yüksek lisans (1999) ve doktora (2005) eğitimi aldı. İngiltere’de Manchester, Birmingham ve Huddersfield; Türkiye’de ise Maltepe, Yıldız Teknik, İstanbul Şehir ve İstanbul üniversitelerinde uluslararası ekonomi politik dersleri verdi. Kalkınmacı Modernlik: Küresel Ekonomi Politik ve Türkiye (2013) ve 
Neoliberal Globalization and Institutional Reform: Political Economy of Development Planning in Turkey (2006) telif kitaplarını ve Doğu Asya’nın Politik Ekonomisi (2015) başlıklı derlemeyi kaleme aldı. İslam İşbirliği Teşkilatı bünyesindeki IRCICA’nın uluslararası ilişkiler sorumluluğunu yürüttü. 
Uluslararası ekonomi politik, insani kalkınma, sanayi-teknoloji politikaları ve Asya Pasifik alanlarında uzmanlaşan Prof. Dr. Sadık Ünay’ın saygın ulusal ve uluslararası dergilerde makaleleri yayınlandı. Kendisi halen İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesi ve Daily Sabah gazetesinde köşe yazarıdır.


Şerif Dilek


Lisans ve yüksek lisans eğitimini İşletme ve Deniz Ekonomisi alanında tamamladı . Doktora derecesini Marmara Üniversitesi Ortadoğu Ekonomi Politiği Anabilim Dalı’ndan aldı. Akademik eğitiminin yanında uzun bir süre özel sektörde çalışan Dilek uluslararası ekonomi politik, Ortadoğu’da siyaset-ekonomi ilişkisi, uluslararası iktisat ve kalkınma gibi alanlarda çalışmalarına devam etmektedir.


SETA Kitapları 26
ISBN: 978-975-2459-36-6
© 2017 SET Vakfı İktisadi İşletmesi


1. Baskı: Kasım 2017, İstanbul


Bu yayının tüm hakları SETA Siyaset, Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfı’na aittir. 
SETA’nın izni olmaksızın yayının tümünün veya bir kısmının elektronik veya mekanik (fotokopi, kayıt ve bilgi depolama, vd.) yollarla basımı, yayını, çoğaltılması veya dağıtımı yapılamaz. Kaynak göstermek suretiyle alıntı yapılabilir.


Editör: Mehmet Akif Memmi
Düzelti: Mustafa Said İşeri
Kapak ve Tasarım: Hasan Suat Olgun
Baskı ve Cilt: Turkuvaz Haberleşme ve Yayıncılık A.Ş., İstanbul


SETA Kitapları
Nenehatun Cd. No: 66 GOP Çankaya 06700 Ankara
Tel: +90 312 551 21 00 | Faks: +90 312 551 21 90
www.setav.org | info@setav.org


İÇİNDEKİLER,



DÜZENLEYİCİ DEVLETTEN KAPSAMLI KALKINMAYA AK PARTİ DÖNEMİ TÜRKİYE EKONOMİSİ, 

SADIK ÜNAY

DÜZENLEYİCİ DEVLETTEN KAPSAMLI KALKINMAYA:
AK PARTİ DÖNEMİ TÜRKİYE EKONOMİSİ
SADIK ÜNAY*
* Prof. Dr., İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası
İlişkiler Bölümü


2002 yılında çiçeği burnunda bir siyasi hareket olarak Türkiye siyaset
sahnesinde yerini alan Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti)tüzel kişiliğine ismini veren “adalet” ve “kalkınma” kavramlarını merkeze alan bir programı ısrarla uygulayarak sürdürülebilir bir başarı yakaladı.
AK Parti hükümetleri sistemli biçimde toplumsal adalet ve siyasette katılımcılığı sağlamak adına demokratikleşme, sivilleşme, sosyal refahı artırma, bölgesel eşitsizlikleri giderme ve serveti tabana yayma amaçlı politikalar izleyerek Türkiye siyasi hayatında eşi görülmemiş seri seçim zaferlerine ulaştı. Toplumsal refah düzeyini yükseltmek, ülke sathında yaşam standartları ve gelecek beklentilerini iyileştirmek ve Türkiye’nin küresel iş bölümündeki yerini daha yukarılara çekmek için sürdürüle bilir ekonomik büyüme ve kapsamlı sosyal kalkınma performansına büyük önem verildi. On beş yıllık ardışık AK Parti hükümetleri yönetiminde hem Türkiye ekonomisi hacim olarak hızlı ve istikrarlı biçimde büyüdü hem ekonomik aktörler çeşitlendirilerek siyasi vesayeti besleyen ekonomik vesayet kaynakları ortadan kaldırıldı hem de G20 üyesi olarak Türkiye’nin küresel ekonomik sistemdekiyeri yeniden tanımlandı.


AK Parti yönetimi devraldığında Türkiye ekonomisi 1980’lerden itibaren yeterli düzenleme altyapısı oluşmadan gerçekleştirilen hızlı ve kontrolsüz liberalleşme girişimi sonucunda büyüme ivmesi sert iniş-çıkışlar gösteren ve periyodik finansal/makroekonomik krizler yaşayan kırılgan bir yapıdaydı. Yönetişim mimarisi zayıf, ihracat potansiyeli yetersiz, gelir dağılımı adaletsiz ve devletin borçlanma ihtiyacı çok yüksekti. 1990’lı yıllardan devralınan ve mali disiplini olmayan kamu sektörüne iç borç aktarım kanalları ile sermaye birikimine dayalı çarpık bir girişimcilik kültürü hakimdi. Dev sanayi şirketleri dahi bu spekülatif çarkın içine girmiş ve uluslar arası piyasalardan topladıkları kredileri yüksek faizlerle devlet kurumlarına aktararak hem ekonomik hem de siyasi güç sahibi olmanın peşine düşmüşlerdi. Kamu iktisadi teşekkülleri (KİT) kamu bütçesinde adeta birer kara delik haline dönüşmüş, kamu bankaları görev zararlarından nefes alamaz hale gelmiş, içi boşaltılan özel bankalar art arda iflas ederek toplumsal bir çöküş psikolojisini tetiklemişlerdi.

AK PARTİ DÖNEMİ TÜRKİYE EKONOMİSİ

2000-2001 ikiz krizleri ile hem dönemin siyasi aktörleri hem de Türkiye ekonomisi dip yapmış, Kemal Derviş’in IMF bürokratları ile birlikte sınırlarını çizdiği “Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı” ile tipik bir sancılı yapısal uyum sürecine girilmişti.
Böyle bir ortamda göreve gelen AK Parti hükümetleri belirledikleri sosyo ekonomik hedeflere ulaşabilmek için öncelikle tipik bir IMF programı olan Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı’nın kapsamını genişletip kurumsal yönetişim ve sosyal politika açıklarını gidererek yola koyuldu. 2000-2001 ikiz krizlerinden yorgun ve yıpranmış çıkan ekonomik yönetişim mimarisi kapsamlı kurumsal reformlar ile toparlandı ve yasal altyapısı güçlendirildi. Türkiye Cumhuriyet
Merkez Bankası’nın (TCMB) araç bağımsızlığı sağlanıp etkinliği ve kurumsal prestiji artırılırken özerk düzenleyici kuruluşların güçlendirilmesine yönelik önemli yapısal reformlar gerçekleştirildi.
Finans ve bankacılık sektörleri sağlam kurumsal ve yönetsel temellere oturtularak Türkiye’nin önceki dönemlerde çokça başını ağrıtan finansal krizlere karşı bağışıklık derecesi yükseltildi. Daha da önemlisi ekonomik istikrar için hayati önemde olan finans ve bankacılık sektörlerinin rasyonel yönetişim temellerine oturtulacağı ve geçmişteki “görev zararları” gibi garabetlere müsaade edilmeyeceğine dair güçlü siyasi mesajlar verildi. Merkez Bankası ve bankacılık sektörü dünya çapında örnek gösterilen bir yönetişim altyapısı
ve yetişmiş insan gücüne kavuştu. 

AK PARTİ’NİN 15 YILI ¦ EKONOMİ

Bankacılık ve finans tarafı sağlama alındıktan sonra eğitim, sağlık, ulaşım, adalet, güvenlik ve iletişim alanlarından başlayarak dalga dalga ülke sathına yayılan geniş çaplı kamu yatırım hamlelerine girişildi. Duble yollar, hızlı tren ve metro hatları, yeni hava limanları, enerji iletim hatları, okullar, hastaneler ve üniversiteler özel sektörün de katkısı ile inşa edilirken hem milli ekonominin iç
entegrasyonu sağlandı hem de büyüme ivmesi canlı tutuldu. Merkezi yönetimin yatırım hamlesine yerel yönetimler de eşlik etti ve birçok coğrafi bölgede iller arasındaki sosyal ve ekonomik entegrasyon artırıldı. Bu arada Cumhuriyet tarihinin hiçbir döneminde görülmeyen doğrudan dış yatırım akışları ülkeye çekildi. 2000’li yılların başlarında küresel piyasalarda görülen likidite bolluğu ve kamu-özel sektör sinerjisinin de etkisiyle önemli bir yatırım, dış ticaret
artışı ve büyüme ivmesi yakalandı. Klasik ihracat pazarlarının dışında yeni ticaret ağları oluşturmak için Afrika, Güneydoğu Asya ve Latin Amerika gibi coğrafyalar da yoğun ekonomik diplomasi faaliyetleri gerçekleştirildi. Küresel finans krizi 2008 yılında patlak verene değin ekonomik büyüme ve yaygın kalkınma anlamında elde edilen kazanımlar ciddi bir milli gelir ve refah artışını tetiklerken
AK Parti’yi güçlü biçimde destekleyen bir orta sınıfın oluşmasına da yol açtı. Siyasi ve askeri vesayet yapılarının çökertilmesi, muhafazakar demokrasi ile genişleyen özgürlükler ve güçlü ekonomik büyüme performansı ışığında genişleyen orta sınıfın desteği ardışık seçim zaferlerine zemin hazırladı.


Küresel finans krizi Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın deyimi ile Türkiye’yi “teğet geçerken” önceki yıllarda kurulan mali disiplin geleneği ve güçlü yönetişim-denetim mimarisi bunda önemli rol oynadı. Türkiye ekonomisi “post-Washington uzlaşısı” prensiplerini yansıtan ve küresel standartlarda güçlü bir düzenleyici (regülatif) devlet yapısına kavuştuğu için geçmişteki finansal ve makro ekonomik krizlere geri dönüş korkusu atlatıldı. Nitekim krizi takip eden yıllarda izlenen büyümeyi tetikleyici politikalarla Türkiye, Çin’den sonra dünyada en hızlı büyüme ivmesi yakalayan ülke oldu.

Yine bu sayede 15 Temmuz 2016’daki hain darbe girişiminden sadece üç gün sonra Borsa İstanbul yeniden işleme açılabildi ve yaşanan ciddi tehdide rağmen ekonomik hayatın normal akışı sürdürebildi.

Diğer taraftan AK Parti hükümetleri döneminde dış politika uygulamaları ile stratejik ekonomi politikaları arasında yakın koordinasyon sağlandı. Erdoğan’ın önce başbakan, ardından da cumhurbaşkanı olarak büyük çaplı ekonomik projelerin uygulanmasını bizzat takip etmesi ve yurt dışı gezilerine yüzlerce iş insanını alarak uluslararası ticari bağlantılara destek olması bu durumu güçlendirdi.
Dış politika ve ekonomi yönetimlerinin ortak koordinasyonunda yürütülen ihracat seferberliği ile kısa sayılabilecek bir sürede Türkiye’nin inanılması zor ihracat eşiklerini aşması sağlandı. Anadolu’daki Denizli, Kayseri, Çorum, Konya, Gaziantep gibi illerde kurulu birçok KOBİ ilk defa dünya pazarlarına ihracat yapan aktörlere dönüşme fırsatı yakaladı.
İhracatta ürün kalitesi ve katma değerinin artırılması, rekabetçi fiyatlandırma stratejileri ve pazar çeşitlendirilmesine yönelik çok yönlü çalışmalar yapıldı. Güçlü ekonomik diplomasi faaliyetleri, Eximbank’ın kredi imkanlarının genişletilmesi ve ihracatçı firmaların “know-how” düzeylerini geliştirmeleri
ile ihracat hacmi 30 milyar dolardan 160 milyar dolar düzeyine taşındı. Son yıllarda küresel piyasalarda ve özellikle başlıca ihracat pazarı Avrupa’da yaşanan ekonomik sıkıntılar ve talep daralması ile Ortadoğu’daki güvenlik sorunları nedeniyle ihracat artışı hız kesmiş olsa da ihracatçı sektörlerin dinamizmi korundu.
Özellikle enerji sektöründe TANAP, TAP, BTC ve Türk Akımı gibi dünya çapında petrol ve doğal gaz boru hatları ile devasa projeler Türkiye’yi önemli bir bölgesel bir enerji “hub”ı haline getirdi.

Ayrıca enerjide arz çeşitliliği ve güvenliğini sağlamak adına yerli kömür kullanan termik santraller, nükleer ve hidroelektrik santraller ile rüzgar-güneş gibi yenilenebilir enerji alanlarında milyar dolarlık ciddi projelere imza atılarak modern teknoloji transferinin yolu açıldı. Türkiye’nin güçlü dev projeler karnesi Marmaray, Avrasya Tüneli, Yavuz Sultan Selim ve Orhangazi köprüleri, Kanal İstanbul gibi devasa altyapı projeleri ve şehir hastaneleri gibi dev hizmet yatırımları ile devam etti. Savunma sanayii alanında insansız hava araçları, yeni nesil silah sistemleri, muharip savaş gemileri, konvansiyonel askeri araçlar ve mühimmat üretiminde sağlanan gelişmeler dışa bağımlılığı önemli oranda azaltırken Türkiye’yi önemli bir piyasa aktörü haline getirdi.


Ekonomi yönetiminde önemli başarı kriterleri olan fiyat istikrarı, finansal istikrar ve mali disiplin konularında da on beş yıllık AK Parti iktidarları döneminde önemli dönüşümler sağlandı. Makro ekonomik planlamada 1960’lar dan bu yana izlenen klasik Beş Yıllık Kalkınma Planı” anlayışından Türkiye ekonomisinin artan dinamizmi ve küresel dönüşümleri yakalama potansiyelini daha iyi yansıtan üç yıllık “Orta Vadeli Program” konseptine dönüldü. Güvenilirlik ve öngörülebilirlik algısı oluşturmak üzere hassasiyetle uygulanan bu programlar yerli ve yabancı ekonomi çevreleri tarafından dikkate alınan referans belgeler olarak önem
kazandı. Kamu maliyesi yeniden yapılandırılırken konsolide bütçe anlayışından merkezi yönetim bütçesi anlayışına geçildi ve “genel devlet dengesi” ile kamu kesimine ciddi oranda mali disiplin kazandırıldı.

AK Parti iktidarları kamunun yaptığı gereksiz harcamalar ve yolsuzluklardan kaynaklanan kaçakları azaltarak lüks tüketim gibi belli kalemlerde vergi düzeylerini artırarak ve kamu kuruluşlarını mali restorasyondan geçirip bir kısmını özelleştirerek merkezi bütçeyi rahatlattı.


Bu bağlamda 2008-2009’daki küresel kriz kaynaklı ekonomik durgunluk ve 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında uygulanan genişlemeci maliye politikası haricinde bütçe denkliği anlayışından asla taviz verilmedi. Mali disiplinin ısrarla korunması sayesinde 2002 yılında milli gelirin yüzde 11’i civarında olan bütçe açığı daha sonraki süreçte yüzde 1-2 düzeyinde tutuldu. 


Kamunun gerçekleştirdiği faiz ödemelerinin gayrisafi yurt içi hasılaya (GSYH) oranı da yüzde 15’lerden yüzde 2,5’e kadar düşürüldü. 2001’de milli gelirin
yüzde 78’ine kadar yükselen kamu borç stoku hızlı bir şekilde eritilerek
2007’de yüzde 40’ın altına, 2016 itibarıyla da yüzde 32,8 düzeyine kadar indirildi. Maastricht kriterlerinde öngörülen borçluluk oranı milli gelirin yüzde 60’ı iken Türkiye’de kamunun borçluluk düzeyi benzer ülkelerin yarısının altında seyretti. Bir taraftan ekonomide Osmanlı’dan bu yana yapısal bir problem olarak devam eden cari açık problemine kalıcı çareler aranırken diğer taraftan da
bütçe açığı konusunda disiplin hiçbir koşulda elden bırakılmayıp “ikiz açık” tuzağına düşülmesi engellendi.


2016 yılında yaşanan terör olayları ve 15 Temmuz darbe girişiminin ardından ekonomik büyümeyi canlandırmak adına kamu harcama ları ve yatırımları artırılırken bile bütçe disiplininden olabildiğince az taviz verilmeye çalışıldı. Kamu harcamalarında yapılan geçici artışın da katkısı ile zayıf seyreden küresel ekonomik eğilimlerden ayrışma başarıldı ve yüzde 4’ler seviyesinde bir büyüme
rakamına ulaşıldı. Ancak darbe süreci sonrasında ekonomik büyüme hedefi gerçekleştirilirken bile bütçe disiplinini sağlamak adına cari harcamalar ve transfer harcamaları sınırlandı. Böylece AK Parti hükümetleri konjonktürel gelişmelere göre Keynesçi ve “konjonktür karşıtı” adımlar ile bütçe denkliği vurgusunu esnetmeyen liberal unsurlar taşıyan pragmatik bir maliye politikasını başarıyla izledi.
2002-2017 yılları arasında Türkiye ekonomisinde birçok alanda gözlenen “sessiz devrim”in şüphesiz en önemli özelliklerinden biri Anadolu sathına yayılan KOBİ’lerin ciddi anlamda güçlenmeleriydi. Türkiye ekonomisi ve toplumsal yapısının ana omurgasını oluşturan küçük ve orta boy işletmeler üretim, istihdam ve ihracat açısından milli ekonomi içindeki paylarını yıllar içinde ciddi oranda artırdı. AK Parti iktidarları piyasa ekonomisi ilkeleri ve özel sektör
öncülüğünde ekonomik büyüme ve yaygın sosyal kalkınmaya ağırlık veren bir model izlerken KOBİ’ler için yeni doğal yatırım alanları açıldı. Özel sektör yatırımlarının farklı metotlarla teşvik edildiği, bürokratik engellerin kaldırıldığı, yatırımcı dostu reformların hayata geçirildiği ve ihracatta önemli hacimsel sıçramaların yaşandığı on beş yıllık dönemde KOBİ’lerin performansı hep anahtar
önemde görüldü. KOBİ’lere verilen bu önem Türkiye toplumunun sosyolojik dönüşümü ve muhafazakar kesimlerin orta sınıfa katılımı anlamında da hızlandırıcı bir etki yaptı.

Ayrıca Türkiye’nin son yüz elli yıldır üzerinde çalıştığı iki önemli husus olan fiyat istikrarı (enflasyonla mücadele) ve finansal istikrar (tasarruf açığı ve cari açığın giderilmesi) ana politika hedefleri olmayı sürdürdü. Hızlı ekonomik büyümeyi sürdürülebilir kılacak adımları atarken tasarrufları özendirmek, ihracatın kilogram başına katma değerini yükseltmek, yerli girdilerin üretimde ağırlığını artırmak, fiyat istikrarını zorlayan sektörlere istikrar kazandırmak için sürekli çalışıldı. Sonuçta ekonominin birçok alanında iyi regüle edilen, denetlenen ve piyasa şartlarında etkin biçimde yönetilen bir devlet-özel sektör mimarisi kurulmuş oldu. Ancak aynı başarının ikinci nesil (mikroekonomik) reformlar bağlamında da gösterilmesi ve gerek imalat sanayii gerekse hizmetlerde katma değerin yukarıya çekilmesi hedefleri tam olarak gerçekleştirilemedi.

Zira AK Parti’nin iktidar yılları boyunca siyasi ve ekonomik istikrarın devamını yurt içi ve yurt dışından tehdit eden çeşitli müdahale ve manipülasyon hareketleri ortaya çıktı. 2006’da Danıştay saldırısı ile başlayan istikrar sızlaştırma girişimleri, Hrant Dink cinayeti, AK Parti kapatma davası, Gezi Parkı Şiddet Eylemleri, 17-25 Aralık yargı darbe girişimleri, 6-7 Ekim olayları ve son olarak FETÖ’nün 15 Temmuz’daki darbe girişimi ile devam etti. Onlarca siyasi ve sosyal operasyon ile istikrarsızlaştırma girişimine rağmen
Türkiye ekonomisi dimdik ayakta kalmayı başardı ve tüm bu girişimler başarı ile bertaraf edildi. Ancak özellikle bilim, sanayi ve teknoloji politikalarında yıllara yayılan devamlılık ve incelikli sektörel planlama gerektiren ikinci nesil reform ların uygulanması bu tür kesintiler sebebiyle geciktirildi. Küresel ekonomik kriz daha başlamadan reel ekonomide yerel know-how ve katkıyı artırmak için başlatılan sanayi envanteri ve lokal teknolojik gelişim çalışmaları ile teknik eğitimden yükseköğretime kadar kapsamlı reformları içeren planlar ancak kısmen uygulanabildi. İhracat kalemleri içinde düşük teknolojili ürünlerden orta teknolojili ürünlere doğru olumlu bir geçiş başarıldı. Yalnız toplam ihracatta yüksek teknolojili ürünlerin oranının yüzde 3,5 civarında kalması AK Parti iktidarlarının 2023 hedefleri ve benzeri dökümanlar ile ortaya koydukları yapısal dönüşüm vizyonunun henüz gerçekleştirilemediğini ortaya koydu. Tüm
dünyada 4. Sanayi Devrimi tartışmaları sürerken ve imalat sanayii ile dijitalleşme giderek daha girift biçimlerde iç içe geçerken Türkiye’nin
bu yarışın dışında kalma lüksü olmadığını en iyi son on beş yıllık başarı hikayesinin mimarı AK Parti kadroları idrak etti.

Dolayısıyla Türkiye muhtemelen 2019 yılında yapılacak seçimler ile Cumhurbaşkanlığı sistemine pratik olarak geçerken ekonomide mikro düzey reformlar yoluyla büyüme ivmesinin korunup artırılmasına imkan tanıyacak yeni bir modelin altyapısının hazırlanması gereği ortaya çıktı. Bu modelin temel unsurları inovasyon ve girişimciliğe odaklı yeni bir eğitim politikası; etkin, güvenilir ve hızlı bir hukuk sistemi; girişimci dostu bir vergi sistemi; kalkınma
temelli yeni kamu satın alma stratejileri; etkin teknoloji transferi politikaları; KOBİ’lerin sermaye yapılarını güçlendirme önlemleri ve çeşitlendirilmiş banka dışı finansman imkanları olmak durumunda.
Ayrıca kişi başına düşen milli geliri hızla arttıktan sonra 10 bin dolar civarında stabilize olan ve “orta gelir tuzağı”nı aşmak isteyen Türkiye’de gelir seviyesini daha yukarılara çekebilmek için daha fazla iç tasarruf, yüksek teknoloji ve verimliliğe dayalı bir rekabetçilik ortamının geliştirilmesi de kaçınılmaz bir gereklilik. Bu bağlamda kaynakların etkin kullanıldığı, emek ve sermayenin nitelik olarak ileri düzeylere taşındığı, mikrobazlı yapısal reformların hızla
uygulandığı bir politika çerçevesinin oluşturulması gerekiyor. 


Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin sağlayacağı güçlü ve bölünmemiş
siyasi irade ile makro reformlarda başarılı olan ekonomi yönetiminin mikro düzeyde sözünü ettiğimiz reformları gerçekleştirmesinin önünde hiçbir yapısal engel bulunmuyor. Bu bağlamda son on beş yılda siyasi ve ekonomik istikrarı bir araya getirip Türkiye’ye küresel iş bölümünde sınıf atlatan AK Parti iktidarlarının özel sektör ve sivil toplumun da katılımıyla bilgi ekonomisine geçişe liderlik
etmeleri elzem görünüyor.


Elinizdeki eser işte böyle bir vizyon ile hazırlandı. Alanlarında uzman iktisatçı ve akademisyenler ekonominin farklı alanlarına dair objektif durum tespitleri yaparak son on beş yılda Türkiye ekonomisinde yaşanan sessiz devrimin yapı taşlarını ortaya koydular.
Bunu yaparken ekonomi yönetimi ve piyasa aktörlerinin görece başarılı olduğu noktaları, potansiyel problem alanlarını ve gelecekte atılması gereken adımları da açık yüreklilik ve bilimsel profesyonellik içinde makalelerinde ele aldılar. 


Prof. Dr. Kerem Alkin,
Prof. Dr. Erişah Arıcan, 
Prof. Dr. Ekrem Erdem, 
Prof. Dr. Erdal Tanas Karagöl, 
Prof. Dr. Erşan Sever, 
Prof. Dr. Mehmet Dikkaya,
Doç. Dr. Hatice Karahan, 
Doç. Dr. Nurullah Gür, 
Doç. Dr. Başak Tanınmış Yücememiş, 
Yrd. Doç. Dr. Mevlüt Tatlıyer, 
Yrd. Doç. Dr. Bilal Bağış, Şerif Dilek, Samet Kapısız, Mücahit Özdemir, Hakan Aslan, İsmail Kavaz, Salihe Kaya ve Ülkü İstiklal Ortakaya kitabımıza değerli katkılarını sundular. Ekonominin büyüme, istihdam, rekabet, dış ticaret, maliye ve para politikaları, bankacılık ve finans, enerji, kalkınma yardımları, kriz yönetimi gibi alanlarına dair nitelikli analizlerini paylaştılar.

Bu çalışmanın Türkiye ekonomisinin son on beş yılda AK Parti iktidarları yönetiminde katettiği muazzam mesafeyi objektif biçimde değerlendirmek isteyen akademisyenler, araştırmacılar, iş çevreleri ve yatırımcılar için önemli bir başucu kitabı olacağını düşünüyor, benzer çalışmaların sayısının artmasını diliyorum. 



2.Cİ BÖLÜM İLE DEVAM EDECEKTİR.,

***